27 Ocak 2010 Çarşamba

Bir Dumur Hikayesi 1


Murtaza üniversiteye yeni başlamış ve yurtta kalan bir gençtir. Fiziksel olarak iri yarı bir yapıya sahiptir. Kilolu ama hantal değil, el becerisi iyi, sportmen yapıya sahip birisidir. Duygusal olarak çok utangaç, sessiz, damarına basılmadığı müddetçe etliye sütlüye karışmayan bir tiptir. İnsanlarla kolay kolay iletişim kurmaz, ancak ortamını kurduğunda da etrafına hep neşe saçar. İşte bu yazı Murtaza’nın başından geçen garip bir olayı konu almaktadır.

Okulun ilk haftalarıydı, Murtaza oda arkadaşlarıyla uyumunu sağlamış, ortamını kurmuş vaktini geçirmektedir. Daha okul henüz yeni başlamış olmasına rağmen herkes birer sevgili edinmiş bir tek Murtaza yalnız kalmıştır. Hayatı boyunca lanet ettiği özelliği utangaçlığı ve biraz da insanları tanımak istemesi dolayısıyla yalnız kalmıştır. Bir gün yurdun kantininde otururlarken, oda arkadşlarından birisinin kız arkadaşı der ki;

- Lan Murtaza bu yalnızlığın valla içime dokunuyo. Yok mu hoşlandığın birisi?
- Yok ya. Ben daha kimseye sevgili gözüyle bakmadım...
- Bak ben sana bir kız ayarlayayım, bildiğin bir içim su.
- Sen bana kız mız ayarlayamazsın.
- Emin misin? Var mısın iddiasına?
- Sen bana kız ayarlayabil ne istersen yaparım...
- Tamam lan. Yarın ayarlayacağım kızı göstericem sana.

O gün öyle geçer gider. Sabah olur. Aşağıda kantinde toplanılıp hep birlikte okula gidilecektir. Herkes gelir ve yola koyulunur. Şans eseri de kızın Murtaza’ya ayarlayacağını söylediği kişi iki metre önlerinden gitmektedir. Arkadaşı Murtaza’ya kızı gösterir;

- Murtaza bak şu kızı görüyor musun?
- Eee.
- İşte o kız ileride sevgilin olacak.
- Ya bir yürü git işine. Ben senin bana bir kız ayarlayabileceğin ihtimalinin bile olmadığını zaten biliyorum da, o kızı ayartman imkansız.
- Hadi ordan. Görürsün bak.
- Sen o kızı benim sevgilim yap, her istediğini iki kere yaparım..
- Tamam lan.

Evet anlaşıldığı üzere kız manken gibi bir şeydir. Bırak Murtaza’nın sevgilisi olmayı, yolda görse yüzüne bile bakmaz. Zaten arkadaşı da Murtaza’ya oyun oynamıştır. O kızla konuşmamış, başka birisiyle konuşmuştur. Kızın adı Düriye;

- Kız Düriye nassın.
- İyiyim sen nassın.
- Şşşş. Sana bişi dicem. Bizim Murtaza var ya o senden hoşlanıyormuş.
- Murtaza kim ben tanımıyorum ki, göstersene bana bir ara beğenirsem neden olmasın.
- Tamam akşam kantine inecekler, kapıdan gösteririm sana.
- Tamam.

Akşam olur ve herkes kantine iner. Dünyadan habersiz olan Murtaza arkadaşlarıyla sohbet etmektedir. Arkadaşı da Düriye’yi kantinin kapısının önüne getirmiştir. Kapının aralığından Murtaza’nın bulunduğu masayı gösterir;

- Bak kız Düriye görüyor musun? Şu hafif iri olan çocuk.
- Ay yuh sana be. Bana bu Ayı’yı mı layık görüyorsun? Git söyle ona piyasada erkek bitse bile ben o ayıyla
çıkmam.
- İyi tamam.

Arkadaşı gelir Murtaza’ya olayı olduğu gibi anlatır. Kelimesi kelimesine. Murtaza kendisine ayı denmesine
çok kızmıştır. O an o kız oralarda olsa kafasını gözünü kırar, ağzıyla burnuna yer değiştirtebilirdi. Morali çok bozulmuştu. Kızın zaten kabul etmeyeceğini biliyordu ama onun zoruna giden kendisine ayı denmesiydi. Her türlü şakayı kabul eder hoş karşılardı Murtaza ama hakareti ve fiziksel özellikleriyle dalga geçilmesini hiç sevmezdi.

Ancak bilmediği nokta kendisini reddeden kişinin, merdivende gördüğü o manken gibi kızın olmadığıydı. Murtaza’yı reddeden Düriye, fiziksel olarak Murtaza’dan daha kısa boylu ve daha kiloluydu. Çok hantal bir yapısı vardı. Penguen gibi yürüyen bir insandı ve Murtaza Düriye’nin bu şekilde yürümesiyle insanların dalga geçtiğine birkaç kere şahit olmuştu.

Kader kısmet bu ya Düriye okulun en yakışıklı çocuğuyla birlikte olmaya başladı. Murtaza hala yalnızdı, ama yalnızlıktan kurtulmak gibi bir çabası da yoktu. Yurda, okulu adam akıllı okumak için yerleştiğini ve dönem uzatmadan okulu bitirmek istediğini söyleyip duruyordu. Zaten başından geçen bu olayı da unutup gitmişti derslerine konsantre olmuştu.

...

Devamı Var...  



23 Ocak 2010 Cumartesi

Kozmetik Masalları

Bir varmış bir yokmuş
Pireler berber iken, develer tellal iken, Bihter’in annesinin eteğini çekiştirirdiği, Behlül’ün, Nihal’le doktorculuk oynadığı, Ali Rıza Bey’in henüz daha ilk kalp krizini geçirdiği dönemlerde bir ülke varmış.
Hem jeopolitik, hem politik, hem stratejik, hem de anti alerjik yönden çok önemli bir devletmiş.
Kırlarında çiçekler açar, böcekler suni döllenmeye katkı sağlarmış. İnsanları çalışır ailelerine bakarlarmış. Ordusunun varlığı tüm halkına güvende olma duygusunu hissettirirmiş.

İşçiler, her gün evlerine manavdan aldıkları nevalelerle gider, memurlar kasaba uğramadan eve gitmezlermiş. İnsanlar rüşvet nedir bilmezlermiş. Henüz, “Benim Memurum İşini Bilir” denmemiş.

İnsanlar mutlu ve mesut, dostluk ve kardeşlik içinde yaşarlarken bu hayaller ülkesine bir gün kötümü kötü birisi gelmiş. Geldiği gün güneş kıçını dönmüş gitmiş, ülkeyi bir soğuk hava dalgası kaplamaya başlamış. Daha sonra kardeşlik duygusu ortadan kalkmaya başlamış. İnsanlar ırk ayrımı, mezhep ayrımı yapmaya başlamışlar.

Daha sonra insanların iyice azalan huzurları tamamen kaçırılmış, işçilerin evlerine üç kuruş para sokmalarını sağlayan fabrikaların hepsi özelleştirilip kapatılmış. Önce sendikal hakları ellerinden alınmış, sonra kadrolarına bile bakılmaksızın sokağa atılmışlar. Açlık grevi yapmak zorunda bırakılmışlar.

Daha sonra, memurlar, kadrolu değil sözleşmeli olarak atanmaya başlamış, neredeyse asgari ücret düzeyinde çalıştırılmaya başlanmış, zaten zor olan geçimlerine iyice darbe vurmuş açlığa sürüklemişler. “Benim Memurum İşini Bilir” zihniyeti artık yerini “Benim Memurum Açlıktan Ölmez” zihniyetine bırakmıştır.

Daha sonra sağlık sektörüne el atılmış. Önce eczacılar, sonra doktorlar insanlığına isyan edecek noktaya getirilmişler. Zaten açlıktan kırılan halka hiçbir doktor çare bulamayacakmış, o yüzdende boşuna doktora para vermek istememişler. İnsanlar nasıl olsa açlıktan öleceklermiş, niye boşuna ilaç parası verilsin ki diye düşünerek eczacıları da devre dışı bırakmışlar. İlla ki ilaç isteyen varsa gitsin marketten karpuz seçer gibi ilaç seçsin, rengi, şekli hoşuna gideni alsın demişler.

Aslında en önemli darbeyi, halkın en güvendiği yerden vurmuşlar. İlk önce terörist saldırıları ordunun yapmış olabileceğini iddia edip yıpratmışlar. Terör örgütü “biz yaptık saldırıyı” demesine rağmen, “hayır siz yanlış biliyorsunuz siz yapmadınız” demişler. Sonra askere sivil yargı yolunu açmışlar. İlk başta çok isabetli bir karar olarak görmüş insanlar bunu, herkes yargılanabilmeli demişler. Daha sonra, bilgisayar parçası almaya giden askerleri başbakan yardımcısına suikast planı yapmakla suçlamışlar. Tesadüfen başbakan yardımcısının evinin önünden geçen askerleri kağıt yiyen ucubeler olarak halka tanıtmışlar. Ve hemen ardından devlet sırrı olan belgelerin bulunduğu odaya hakim göndermişler. Orduyu darbecilikle suçlamışlar, yıprattıkça yıpratmışlar.

Daha sonra yakalanan askerlerin kağıt yiyen ucubeler olmadıkları, normal insan oldukları anlaşılmış. Daha sonra başbakan yardımcısının call of duty oyunu ile gerçek hayatı birbirine karıştırdığının farkına varmışlar. Bu arada kozmik odaya giren hakim gizli belgeleri didik didik etmiş. Bütün gizli kalması gereken sırları ortalık malı haline getirmiş.
Kendisine suikast düzenleneceğini sanan başbakan yardımcısı meğerse kozmik odayı da kozmetik oda zannediyormuş. İçeriye giren hakimin de makyaj yaptığını zannediyormuş.

Günlerden bir gün Anayasa Mahkemesi, askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyi iptal etmiş. Hiçbir sivil hakimin ordu mensuplarına müdahale edemeyeceğine karar vermiş. Tesadüfe bakın ki bu karar tam da kozmetik odasına giren hakimin makyajını bitirmesinin ertesi gününe denk gelmiş. Orduya ait devlet sırrı niteliğindeki tüm bilgiler ortalık malı olmuş.
Rivayete göre bu ülkenin üzerindeki kötülük hala devam etmekteymiş.

Gökten üç elma düşmüş. Açlıktan kıvranan halk üç elmayı bölüşeceklermiş ki başbakan elmalara el koymuş.
Neden mi?
Vergi borcu kardeşim...


23.01.2010
Mr_Lonely



19 Ocak 2010 Salı

Mesela

Sussam mesela,
Konuşmasam.
Bomboş bakıyor gibi görünsem,
Ama için için ağlıyor olsam.
Sakin bir şekilde otursam mesela,
Fırtınaları içime hapsetsem,
Herkes bahar meltemlerinde serinlediğimi sanarken,
Kasırgalardan korunmaya çalışıyor olsam.
Gitsem mesela,
Geri gelecekmiş gibi.
Ama hiç geri gelmesem.
Ölsem mesela,
Toprağa karışsam.
Dünya dertlerinden kurtulsam.
Nasıl olur?

13.01.2010
Mr_Lonely


8 Ocak 2010 Cuma

Barbar Türkler



Terbiyesizlik, ahlaksızlık bize atalarımızdan geçmiş.
Çinlileri kınardık hep, yok hamam böceği yiyorlar, yok cenin yiyorlar, yok penis yiyorlar...
E ne farkımız var? Biz de yiyoruz.
Hem onlar yeni yeni yemeye başladılar, biz yüzyıllardır yiyoruz.
İnanmıyorsun değil mi?
Kanıtlarım ağzın açık kalır.

Hanım Göbeği;
Dünya üzerinde hanımının göbeğini yiyebilen başka bir millet var mı? Ya nasıl bir sadistliktir bu. Kadınlar bir çiçektir falan derler, çiçeğe gösterdiğimiz saygıya bakar mısın? Ayrıca kendi hanımının göbeğini yiyebilirsin sadece diye bir sınırlama da yok. İstediğin her hanımın göbeğini afiyetle yiyebilirsin.

Kadın Budu;
Buyur buradan yak. Tavuk budu değil lan bu kadın budu, insaf be! Yahu Afrika’da ki insanlara yamyam derler. Biz onlardan daha yamyam çıktık. Sonra da yırtınırız bizi Avrupa Birliği’ne almıyorlar diye. Onların yerinde olsam ben de almam. Yani düşünsenize kendi ülkemizde kadın kalmadı, şimdi Avrupalı kadınların ki var sırada.

Dilber Dudağı;
Arkadaş maşallah kadınlarımız da ne verimliymiş be. Yenmeyen yerleri yok maşallah. Kuzu çevirme yapacağına kadın çevirme yap ne farkları var ki? Dudağından tut, bacağına kadar her yerini yiyebilirsin...

Tavuk Göğsü;
Çok terbiyeli bir isim bulduk sonunda değil mi?
Yok yaaa...
Şimdi düşünelim, güzel kadınlara ne deriz?
Piliç. Tavuk yani.
Eee ne oldu şimdi bizim tavuk göğsü?
Kadın göğsü.
Sapık!

Analı Kızlı;
Anasını yemiş yetmiyor. İlla kızını da yiyecek. Aç gözlü mü desem, sapık mı desem bilemedim. Ayrıca kız için de bir yaş sınırlaması koyulmamış. Yani 6 aylık bir kız bebekte gayet güzel yenilebilir.

Yengen;
Ya namuslu bir insan evladı yengesine sulanır mı?
Nasıl bir aymazlıktır bu? Nasıl göz dikeceksin, nasıl yiyeceksin yengeni?
Ama öyle olmuyor işte. Hepimiz afiyetle yiyoruz.

Şıllık Tatlısı;
Bak görüyorsunuz değil mi?
Mesela evlisiniz, gül gibi karınızın yenmedik bir yeri kalmadı. Budunu, Dudağını, Göğsünü, Kıçını Başını her
yerini yediniz doydunuz.
Oh yarabbi şükür.
Afiyet olsun. Şimdi sıra geldi tatlıya.
Tertemiz namuslu karından ancak acı yemek olurdu zaten, tatlı yemek namussuzdan yapılır. Şıllığın birisini de tatlı olarak yedin.

Öğüne tatlıyla başlamışız, tatlıyla bitirmişiz. Dengesiz beslenme de üzerimize yok zaten. Neyse ikinci öğüne geçelim artık...

Dul Avrat Çorbası;
Hani derler ya haram her zaman cazip gelir insana diye. Boşa dememişler işte bu lafı. İlla ki zina yapacaksın yani. Neden evinde gül gibi hanımın beklerken elin Dul Avratından çorba yaparsın. Terbiyesiz...

Alinazik;
Demiştim ya az önce, haram her zaman çekicidir diye. Dul kadına göz diken Gay Ali’ye mi göz dikmeyecek. Ama bak biraz gelişme var, en azından alenen Gay demiyorlar, Alinazik diyorlar.

Kısır;
Böylesi ancak bizden beklenirdi zaten.
Bir insanın çocuğu olmuyor diye onu yemek mi gerekiyor. Nasip olmamış, hiçbir şey yapamazsa evlat edinir, niye yiyorsun ki?
Ama yok, illa ki yiyeceğiz. İlla ki kıyacağız cana...

Vezir Parmağı;
Aymazlıkta son nokta!
Geçmişe bakarsak, saydığımız her yiyecekte başkalarının namusuna göz dikiyorduk. En azından kendimizi sağlama alıp başkasının yemediğimiz yerini bırakmıyorduk. Şimdi artık kendimizden de vazgeçtik. Yedik parmağı afiyet olsun.
Ama biz öyle herkesin parmağını yemeyiz, en düşük vezir parmağı olmalı.
Yoksa yemeyiz.

Son öğünümüze geçelim. Akşam olduğu için hafif şeyler yiyeceğimizi düşünüyorum ama belli olmaz en ağır şeyleri de yiyebiliriz. Alıştık nasıl olsa, parmak bile yedik.

Pisik Taşağı;
Buyur buradan yak.
Pisik denilen şeyin kedi olduğunu düşünüyorum.
Abi kedinin ciğeri var, eti var, budu var. Ama yok alıştık bir kere parmak yedikten sonra taşak da yememiz gerekiyordu zaten. Yedik bizde.

Kol Böreği;
Ohaaaa.
Ya bu ne?
Parmak kesmedi mi?
Allah’ım sen aklıma mukayyet ol.
Aman yarabbi...

Oturtma;
Ayyy.
Bana bir şeyler oluyor.
Ne oturtması lan?
Nereye oturtma?
Yahu insan biraz açıklayıcı bir isim koyar.

Hünkar Beğendi;
Eeee her güzel şeyin bir sonu vardır.
O kadar şeyi yedikten sonra hala yaşıyorsanız eğer, sizi de birilerinin yemesi gerekiyor doğal olarak.
O şeyleri yedikten sonra sağlam kaldıysanız, sultanlara layık bir yemek olacaksınız demektir.
Hünkar beğenir tabi. Onun yerinde olsam ben de beğenirim...

İnandın mı şimdi bizim Çinlilerden bir farkımız olmadığına.
Allah razı olsun ki artık kurtulacağız üzerimize takılıp kalan iğrenç ibarelerden.
Eğer yasa tasarısı kabul edilirse, bu yemek isimlerine daha usturuplu isimler getirilecek.

Örnek verecek olursak;

Pisik Taşağı= Kedi Yumurtası
Şıllık Tatlısı= Hayat Kadını Tatlısı
Kısır= Allah Vermedi Ne Yapalım
Alinazik= Kibar Ali
Yengen= Kan Bağı Yok ki        
gibi...

Örnekleri çoğaltabiliriz. Benden Bu kadar.
Yok yok. İktidar çalışıyor. Helal olsun valla. Bizi büyük bir külfetten kurtaracaklar.
Bu yemek isimleri içimize dert olduydu.
Vallahi var ya inanmazsınız, benim tek derdim buydu biliyor musunuz?


07.01.2010
Mr_Lonely

E53AF90631833D634EB1606BA50792FE491D2CF7

4 Ocak 2010 Pazartesi

Düğün Dernek Kime Gerek



Bir düğüne gittiğinde, ya da sokakta el ele tutuşmuş iki sevgili gördüğünde, “ Ulan herkes evleniyor, ben böyle soyu tükenmiş mamut gibi kaldım tek başıma.” diye düşünüyorsan yaşlanmışsın demektir...
İster otuz yaşında ol, istersen altmış yaşında, istersen on iki buçuktan on üç yaşında ol hiç önemi yok...
Yaşın genç olabilir ama ruhun bir kere iflas etmiştir. Ölmüşsün de cenazeni kaldıran yok. Kokuşmuş balık gibi kalmışsın ortalıkta. Dondurulmuş ayı postu misali, dışarıdan canlı gibisin ama için saman dolu.

İşte ben...

Düğünlere zorla götürüyorlar.
Aslında iki nedeni var.

Birincisi, oynamayı hem becerememem hem de sevmemem. Gelirler zorla oynamaya kaldırırlar, ben de sucuk yapılmak üzere kesilmek için mezbahaya götürülen eşek misali inat ederim kalkmam. Ayaklarımla sandalyeyi, ellerimle masayı tutarım, benimle birlikte sahneye kadar gelirler.
Ya beni oyuna kaldırmak isteyen kişi pes eder başka kurbanlar aramaya başlar ya da yanına üç beş kişi daha alır gelir zorla elimden ayağımdan tutup atarlar pistin ortasına. İlkinde sorun yok oturduğum yerden devam ederim düğün izlemeye, ikincisi olursa bu sefer pistin ortasında oynuyormuş gibi yaparım, beni kaldıranların dikkati başka yere kayar kaymaz ben kaçarım sahneden.
Ben tanımadığım bir sürü insanın karşısında kıçımı başımı sallamayı beceremiyorum işte uğraşmasınlar kardeşim ya...

Düğünlere zorla götürülmemin bir diğer nedeni de aşırı derecede sıkılıyor olmam.
Birileri evleniyor, mutlu bir gün tamam kabul, ama kardeşim niye düğün salonlarında dans müziği diyerek ayrılık şarkıları çalar ki?

Ayla Dikmen bağırıyor,

Sevilirken bilmedin mi? Ben söylerken gülmedin mi
Falımızda hasret var ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın anlamazdın, kadere de inanmazdın,
Hani sen acı veren, kalpsizlerden olamazdın...


Ya evleniyorlar. Ayrılık müziği neden?
Başka hiç dans müziği yok mu piyasa da?
Neyse bu evlenenlerin sorunu ben kendi kişisel asimetrik psikolojik sorunuma geleyim.
Bu bir türlü anlam veremediğim dans müziklerinde bir dünya çift çıkıyor dans etmeye.
Allah mutlu mesut etsin de, olan var olmayan var kardeşim.
İnsan evladı duygusal deprem yaşıyor işte. Bir insanın yapabileceği hayati hatalardan bir tanesi işte budur. Eğer yalnızsan ve yalnızlık içine dert oluyorsa, düğüne gitmeyeceksin arkadaş.

İşin bir de sevgili boyutu var ki o daha tehlikeli. Düğünlerin bir sınırı var en azından. Düğün salonları dışında, başka hiçbir yerde maruz kalmıyorsun bu işkenceye. Ama sevgili diye tabir ettiğimiz uzaylılar her yerdeler. Sirius’tan gelen bu yaratıklar karşılaşabileceğin en tehlikeli canlı türüdür. Bir gün evinin kapısından dışarıya adım atarsın sabahın köründe uykulu uykulu, bir de ne göresin? Karşı duvarda iki kişi birbirlerine diş ameliyatı yapıyor, sokak ortasında. İnsan olduklarını zannedersin, rahatsız etmek istemezsin ama yanlış işte. İnsan değil onlar Ufo. Dünyayı ele geçirmek için Sirius’tan geldiler ve her kılığa girebiliyorlar.

Sırf bu ufolar yüzünden sokağa çıkasım gelmiyor ya.
Evden çıkıp sahil kenarına gidiyorum, sakin bir yere oturuyorum, on dakika sonra iki uzaylı geliyor, iki metre yanıma oturuyor başlıyor ameliyata. Ya kardeşim orada yalnız bir insan var işte git başka yere otur, kapsama alanı dışı orası. Yok illa ki asimetrik psikolojik harekat uygulayacaklar insana terbiyesizler.

Bazen parka giderim. Yine güzel bir yer bulurum otururum, beş dakika geçer gelir bizim uzaylılar yine.
Ya kardeşim benim kıçımda Gps mi var? Neredeyse iki yüz dönümlük parkın içinde gelip beni mi buluyorsunuz?

Bu uzaylılar bazen çok ileriye de giderler.

Ben kabullenirim bu durumu sindiririm içime. Yanımda iki ayrı gezegenin ruhsal etkileşime girmesini görmezden gelirim. Kendimi zorlarım manzaraya konsantre olurum. Bu durumda anında B planına geçerler.
Bir şeyler sorarlar ya da yedikleri şeyden ikram etmek isterler falan.
İç Ses; “ Kesin Zehirlidir.”

Benim şansımdan mıdır yoksa az önce tavan yapan libidolarının etkisinden midir nedir hiç anlamam ama öyle tatlı bir ses tonları vardır ki bazen aralarına yedek oyuncu olarak katılasım gelir ya. Oyuna girmek için mevkisinde oynayan oyuncunun sakatlanmasını bekleyen yedek futbolcu gibi aynı. Erkek olanı falezlerden aşağı yuvarlayasım bile gelir, sırf o ses tonunu uzun süre duyabileyim diye.
İç Ses; “ Salak herif, sen adamı falezlerden yuvarlarsan duyacağın tek ses çığlık sesi olur.”

Evet bu geri zekalı İç Ses doğru söylüyor.

En başında da dediğim gibi, eğer bunları düşünüyorsan yaşlanıyorsun.
Hatta yaşlanma faslını geride bırakmışsın, ölmüşsün bile.
Yaşın çok genç olabilir ama imam cenazeni yıkayıp pamuğu tıkamış, namazını kıldırıyor şu anda.
Ruhuna El Fatiha...


04.01.2010
Mr_Lonely

92D0C16CB8894317011C4FD4B7BDDE445041CD01

2 Aralık 2009 Çarşamba

Kutup Ayısının Mağarası


Kimisi bal kovanı gibidir,
Her adımında eşek şansı...
Kimisi doğuştan Bedevidir,
Çölde bile karşısında Kutup Ayısı.
Benim yerim belli değil,
Bazen tutar bir eşek şansı,
Bazen ikisinin tam ortası,
Ama ararsanız bulacağınız yer, çoğunlukla,
Kutup Ayısının mağarası...


20.11.2009
Mr_Lonely

24C9068E34F33C88E583517CAEA38D91DE6DD5BF

24 Kasım 2009 Salı

İlahi Adalet

(Yazılarımı bloggerdaki otomatik zamanlama ayarını kullanarak toplu olarak ekliyorum, belirttiğim zamanlarda kendi kendine yayınlanıyor. O yüzden yorumlarım genellikle geç gelir. :D )





Mülkün temeli sağlam olmalı, yoksa çöker. Şimdi siz bana inanmazsınız örnek vereyim.
Ülkemizin en meşhur davasını herkes bilir, ne oldu o duruşmada?
Çatı çöktü.
Nereye?
Hakimin kafasına.
Niye çöktü biliyor musunuz?
E temeli sağlam değil.
Muhabirin sunuşuna da hastayım yalnız, ilk başta tavandan suntalar düştü dediler, sonra suntalar kontraplak oldu.
İşin özü öyle değil tabi, tavandan düşen o şeylerin adı “Taş yünü.”
Çöpe attığınız kartonlar, gazete kağıtları sıkıştırılıyor ve o şekilde imal ediliyor.
Bildiğin çöp yani, hakimin kafasına gökten pislik yağdı.
Neyse biz imalatçı firma değiliz bu bilgilere ihtiyacımız yok.
Kaldığımız yerden devam edelim.
Çatı çöktü diyorduk. Baktığımızda çatının çökmesi için herhangi bir neden yok, durduk yere patır patır döküldü.
İşin aslı öyle değil işte, deprem oldu o gün.
Ergenekon Depremi.
Hani bir ara bir söylenti vardı bütün Amerikalılar kabus yaşamıştı, bir milyar Çinli zıplayacaktı, Amerika’da deprem olacaktı.
He işte aynı durum. Ergenekondan içeriye atılan herkes zıplayınca duruşma salonunda ufak çaplı deprem oldu, onun içinde çatı çöktü.
Düşünün ne kadar çok kişi almışlar.
Ama düşününce tabi bu sayının aslında yeterli olmadığını görüyoruz.
Neden mi?
Çünkü zıpladıkları zaman duruşma salonunu komple yıkamıyorlar biraz daha insan içeri alınmalıymış.
Neyse kısmet bir daha ki duruşmaya artık.
Yazının başında bir şey demiştim, Mülkün temeli sağlam olmalıdır, yoksa yıkılır diye.
Her mahkeme salonunda yazan bir söz vardır hatırlayan var mı?
Tamam ya sormadım. Ben söylüyorum,
Adalet Mülkün Temelidir.
Çatısı çöken binanın temelinde Adalet yok muydu yani?
Adalet olsa çatısı çökmezdi.
Adaletin olmadığı yerde adil yargılama olmaz.
Adil yargılama olmazsa da İlahi Adalet olur.
Ne olur?
Kafana pislik yağar.
Adil olmak lazım yoksa bugün Taş Yünü yağdıran İlahi Adalet yarın “Taş” eder hepimizi Alimallah...

20.11.2009
Mr_Lonely


FBD62CBAB1E38F6E5307DDFBA08A4A096852ABDB

11 Kasım 2009 Çarşamba

Puşt Gribi

Kuş gribinin türediği dönemdeki faaliyetlerimizden ötürü saygıdeğer büyüğümüz, pek muhterem Avrupa bizi takdir ediyormuş. Valla ediyormuş ben Tarım Bakanlığı genel müdürünün yalancısıyım. Biraz araştırsam mı ki lan dedim kendi kendime, dayanamadım araştırdım.Yok ya öyle günlerce araştırmadım toplam 30 saniyemi falan aldı.


“Kuş gribinde itlaf edilen hayvan sayısı” ne kadar diye sordum google amcama, anında cevabını verdi bana. Dünya genelinde toplam 130000000 kanatlı hayvan. Doğru sonuçtur, değildir bilemem, ben Google amcamın yalancısıyım.

Şimdi bakın kimsenin yapmayacağı bir kıyak yapıyorum. Blogumda ders vereceğim, hemde hiçbir ücret talep etmeden amme hizmeti. İlk dersimiz Türkçe, ilk konumuz Zincirleme İsim Tamlaması.

Başlıyorum tamlamaya,
Kanatlı hayvanlar hasta olursa ne olur?
Kuş Gribi...
Eğer kuşlar grip olursa ne olur?
Ateşi çıkar öksürmeye başlar.
Öksürürse ne olur?
İnsanlara grip bulaştırır.
O gribe ne ad verilir?
İnsanlara bulaşmış Kuş gribi.
Kuşlara aşı yapılamayacağına göre, ne yapılır?
Bütün kanatlı hayvanlar öldürülür.
Kanatlı hayvanlar öldürülürse ne olur?
Genellikle yabani kuşların ve tavukların yediği “Kene”ler çoğalır.
Keneler çoğalırsa ne olur?
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi.
Peki bu kenelerden nasıl kurtuluruz?
Yabani kanatlı hayvan sayısını arttırarak, ya da tavuk, hindi gibi hayvanların sayısını arttırarak.
Kanatlı hayvanlar hasta olursa ne olur?
Kuş Gribi...

Döndük mü başa? Al sana zincirleme isim tamlaması.

Cümlenin öğelerini buluyoruz şimdi;
Özne, Kuş
Yüklem, Grip,
Tamlayan, Kene,
Tamlanan, Kırım Kongo,
Hastalanan, İnsan,
Kazançlı çıkan, Kemal Unakıtanın oğlunun kurduğu tavuk çiftliği
Kaybeden, Tavuklar itlaf edildiği için ve devletten kredi alamadığı için iflas eden diğer tavuk çiftlikleri.

Neyse olan olmuş, ölen ölmüş kalan sağlar bizimmiş yolumuza devam ediyoruz.
Aynı genel müdür, “GDO’da Avrupa standartlarından ileriyiz.” Dedi. Kulağımla duydum valla ileriymişiz. Onlardan daha katı kurallarımız varmış.

Neyse ben kendi çapımda anlatayım şimdi nasıl ileriymişiz,

Avrupalılar ağır hastalanınca hayvansal hayata girecek, biz bitkisel hayata gireceğiz.
Avantajları kışın odunsuz kalmayacağız.
Evde odun bitti mi?
Kes bacağını at sobaya.
Avrupalıların var mı böyle bir şansı?
Yok.
Avrupalılar hayvansal hayata girdiğinden GDO’lu ürün yediklerinde tuvalete gidince ne yapacaklar?
B.O.K (Açılımı; Birazdan Osuracağım Kaç)
Türklerin tuvalete gitmeye ihtiyacı yok ki. Bitkisel hayattayız ya, kimimiz domates çıkarırız, kimimiz biber çıkarırız.
Hatta iki üç aile birleşsek Menemen bile yaparız valla.

Hem kadın hakları yönünden de Avrupa’dan ileri olacağız.
Şöyle ki kadınlarımız çocuklarını dokuz ay karnında taşımak zorunda kalmayacak.
Hepimiz bitkisel hayatta olduğumuz için, kadınlarımızın dallarından meyve olarak sarkacak çocuklar. Hem bir seferde, bir çocuk iki çocukta doğmayacak o zaman. Her kadından en az bir ton falan mahsül pardon çocuk alırız. Başbakan’ın en az üç çocuk tezi de havada kalmamış olur. Nüfus patlaması yaşarız valla. Bendimize sığmaz taşarız. Dünyaya hükmederiz.

Avrupalıların böyle bir şansı var mı?
Yok. Onlar hayvan oldukları için kadınları aylarca hamile gezecek.
Doğum sancısı falan.
Bir de her seferinde maksimum beş çocuk. Yazık onlara ya.

Zil çaldı ders bitti.
Ödev konusu;
10 Kasımda AKP ve DTP genel merkezlerinde neden Atatürk bayrağı ve Türk bayrağı asılmadı?

Yorumlarda konuşuruz bunu da artık...

11.11.2009
Mr_Lonely

B3FBD3D221ECB15B049A0768D1E3F2482167E081

4 Kasım 2009 Çarşamba

Genetiği Değiştirilmiş Özgür



Hiç düşündünüz mü genetiğiniz değiştirilse nasıl bir şey olurdunuz?
Ben düşündüm.
Benim genetiğim değiştirildiğinde yukarıdaki gibi oluyorum.
Valla bak %100 kendi imalatım.
Niye elin Amerikalısına değiştirteyim abi genetiğimi, oturdum kendi genetiğimi kendim değiştirdim. Ben öyle tanımadığım insanlara oramı buramı değiştirtmem.
Milletin çıkıp da yırtındığı kadar zor bir şey de değil yani. Toplasan yarım saatimi almıştır.
Ya boşa bağırıyorlar, baksana bana, maşallah normal halimden de daha yakışıklı oldum valla.
Kafam biraz kabak olmuş ama olsun kel erkekler daha seksi oluyormuş. Hem bal kabağı olduğum için her yönden giderim var yani. Beni bir öpen bir daha öpecek, bal gibi maşallah diyecekler. Tadım damaklarında kalacak.

Botlarım nasıl ama.
Converse halt etmiş yanında.
Rengi yeşil, delikanlıyı bozar ama o kadar da olsun canım. Her güzelin bir kusuru vardır.

Genetiği değiştirilmiş organizmaların mantığı da aşağı yukarı örnek resimdeki gibi bir şey aslında. Gidiyorsun pazara, “emmoğlu iki kilo domates çeksene ordan” diyorsun adam da tartıp veriyor eline. Kahvaltılık kıpkırmızı maşallah. Yiyorsun afiyetle, o da ne domates tadı yok. Meğerse domates görünümlü tavuk almışsın.

Bak domates görünümlü tavuk deyince aklıma geldi, arabalarla ilgisi olanlar bilirler, 131 kasalı Şahin taksiler vardır. Abi genetikle oynama işinin kitabını yazmışız biz be. Baksana arabaların bile genetiğini değiştirmişiz zamanında domates ne ki?

Mesela ördek geni verilen bir portakal aldığımızı varsayalım.
Portakala vuruyoruz bıçağı, o da ne?
İçinden minicik ördek yavrusu çıkıyor. Bizim bıçak darbemizle ölmüş hayvancağız. Üç gün daha kuluçkaya yatırsaydık portakalı, nur topu gibi bir Portakallı Ördeğimiz olacaktı, zarara girdik iyi mi?
Şimdi ben her şeyi geçtim.
Yani yirmi yıl sonra alayımız kısır oluyormuşuz, olsun anasını satayım.
Tohumların üreme yeteneği alınıyormuş, Amerika’ya tarımda da bağlı hale geliyormuşuz, amaaannn koy g..üne rahvan gitsin.
Hepsine eyvallah kabulümdür. Ama anlamadığım bir nokta var, %90 Müslüman bir ülkedeyiz. Başbakanımız da Elhamdülillah Müslüman. Hamdolsun beş vakit namazını da kılıyor. Eline alkol versen haşaaa içmez, kadehi kafanda kırar. Müslümanlıkta da domuz yemek yasak. Şimdi bunu yapan Amerikalı şirket domuz genlerinden de ürünler elde ediyor. Ya yediğimiz elmada domuz geni varsa ne halt ederiz.
Toptan Cehennemliğiz o zaman.

Ha “Domuz” dedim de aklıma “Başbakan” geldi.
Kendisi Domuz Gribi Aşısı olmayacakmış.

Meşhur bir atasözü vardır,
“İmam gaz kaçırırsa cemaat doğalgaz patlaması yaşar.” Diye.
Ee bizim imam baya bir gaz kaçırdı, ateşle yaklaşmayın tehlikelidir.


04.11.2009
Mr_lonely

C1CA4965DAF156542837D4E1FC560212B07E53B8

28 Eylül 2009 Pazartesi

Kiralık Sevgili Aranıyor

Numaradan aşıkmış gibi yapacak,
Sarıldığında boynumu kıracak,
Çayın demini hiç tutturamayacak,
Yemeğin tuzunu eksik koyacak,
Çamaşır yıkarken sabunu gözüne sokacak,
Temizliğini hiç aksatmayacak,
Başkasının yanında kuzu gibi olacak,
El pençe divan duracak,
Yalnız kalınca panter olacak,
Kavga edince ağzıma sıçacak,
Yatakta kesimlik kütük gibi duracak,
Bütün şehvetin a..na koyacak,
Parasını alamazsa katil olacak,
Gününü aksatsam beni vuracak,
Yine de yılların yalnızlığına çare olacak,
Sözleşmesi bitince yola koyulacak,
Kiralık Sevgili Aranıyor.

Bu da Resimlendirilmiş Hali. Tıklayınız...

28.09.2009
Mr_Lonely



DA6C80C52B1F9DE53642235CE9BD6493B0C2E5DB

11 Eylül 2009 Cuma

Suskunluğum

Yaşamıyorum.
Başımdan geçenlerden besleniyorum.
Evde hapismiş gibi geçince günlerim,
Hiçbir şey yazamıyorum.
Suskunluğum bundandır.
Vites küçülttüm hayatta,
Tam otomatik bir hayat satın alana kadar,
Bu hızla ilerleyeceğim.
Yavaş yavaş gidiyorum bu yoldan ama,
Son sürat geri geleceğim.

11.09.2009
Mr_Lonely

7E47C0078CFA5536266E0145DBE5CAEE71160818

10 Mayıs 2009 Pazar

FOK

Dünyanın en güzel kadınları,
Her davette buluşuyor.
Birbirinden şık elbiselerle,
Hepsi de göz kamaştırıyor.
Kürklerinin içinde daha bir güzel,
Daha bir çekici,
Küçük tepelerin yaratanı olduğunu sanıyor.

Dünyanın en güzel kadınları,
Parayla her şeyi alabileceğini sanıyor,
Her gün binlerce canlı onlar için ölüyor.
Kürkünün içinde gayet rahat,
Çıkıp televizyona bağırıyor;
“Hayvanlar Ölmesin.” Diyor.

Dünyanın en masum hayvanı;
Yaşamak için var gücüyle kaçıyor,
Acımasız bir tırpan darbesi,
O sevimli hayvanın canını alıyor.

Dünyanın en masum hayvanı,
Yalvaran gözlerle bakıyor.
O gözler anlayana,
Her şeyi kelimesi kelimesine anlatıyor.

“Benim adım Fok,
Senin giyecek elbisen çok ama,
Benim giydiğin kürkten başka elbisem,
Verdiğim candan başka canım yok.”