16 Eylül 2011 Cuma

Benden Avrat Olmaz

Ödül Köşesi
Konu ile ilgili teknik bilgiler linkte.

Ben hediyeyi çok severim, iki hediye almışım hemen sevineyim dedim.

Şimdi bana deseydin ki bir günlüğüne kadın olsan falan filan, kavga ederdik Gardaaaşşşş.
Ne demeye getiriyorsun sen lafı bilelim ki ona göre neşter mi, döner bıçağımı, levye mi, altı patlar mı, bazuka mı.
Keyfimize göre hangisiyle darp edeceksek artık.
Neyse Allah'tan öyle dememişler,, ruhum aynı kalmak koşuluyla bir günlüğüne karşı cins olursam nasıl bir şey olurmuşum onu merak etmişler. (Cahil Milletvekili modu)

Eğer ruh hali değişmiyorsa, o zaman da benden bi bok olmazdı arkadaş onu kabulleniyoruz baştan.
Neyse konumuza dönelim;

180-120-180 ölçülerim olurdu ve 38 beden kıyafetin içine girmeye çalışırdım.
Kafam kadar göğüslerim olurdu, degajenin dibine vururdum ama namus timsali olarak her eğildiğimde göğüslerimi elimle kapatırdım.
Mini eteğimin boyu kilodumun boyuyla aynı olurdu, hatta altımda kilotta olmazdı, her oturduğumda ellerimle hava boşluğunu kamufle etmeye çalışırdım.
Muhtemelen 175 civarı boyum olurdu ama 35 santimlik eyfel kulesi topuklu ayakkabı giyerdim.
Makyajın dibine dibine vururdum. Yüzümü günlük olarak hırdavatçı dükkanına çevirirdim, her gün 3 kilo su bazlı plastik duvar boyasını yüzüme sürerdim. Hatta beni kesmezdi götüme bile makyaj yapardım. Sıçarken klozete güzel görünsün diye.
Kesinlikle bir sevgilim olurdu ve her gün kafatasının içinde var olduğunu düşündüğüm beynini sikerdim. Trip manyağı yapardım. Günde 10 kere mesaj atarsa beni hiç sevmiyorsun, 11 kere mesaj atarsa yeter be sıktın artık derdim. Eğer bara, cafeye götürürse niye beni evden uzaklaştırmaya çalışıyorsun, hem de böyle ezik yerlere getiriyorsun derdim, eğer evde ortam hazırlamışsa Allah'ın öküzü ne kadar cimrisin dışarıya bile çıkarmıyorsun beni derdim.
Yolda yürürken eğer yanımda sevgilim varsa, herkese kaş göz yapıp öpücük falan atardım çaktırmadan. Eğer birisi yavşamaya kalkarsa, aşkım bana asılıyor deyip kavga çıkarttırırdım. Eğer kavga sonucu sevgilim hastanelik olursa ya da hapise girerse terkederdim.
Eğer arkadaş ortamındaysam o an orada olmayanların dedikodusunu yapardım, daha sonra diğeri kalkarsa masadan herşeyi anlatıp birbirlerine düşürürdüm.
Eğer arkadaşımın sevgilisi varsa, geçen gün seninkini bir kızla gördüm deyip ayılmalarına sebep olurdum.
Altın günleri düzenlerdim, sıra bana geldiğinde herkesin kekinin içine müsil ilacı katardım.
Bir iş yapılamsı gerektiğinde hemen etraftaki güçlü kuvvetli erkeklere yavşayıp işimi hallettirirdim.

...

Neyse uzatmayalım, sonuçta diğer kızlardan hiç bir farkım olmayacakmış. Neticede benden Avrat falan olmaz arkadaş.Cinsiyetimden memnunum çok şükür. Allah memnun olmayanlara kolaylık versin.

16.09.2011
Mr_lonely

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Şebek

Türkiye'de insanlar anlık mutluluklarla yaşıyor, yarın kimsenin umrunda bile değil.
İnsanların, anlık veya geniş zamanlı, mutlu olmasına lafımız yok. İsteyen somurtur isteyen şebek gibi otuz iki diş meydanda gezer.
Buradaki mesele, hiç bir şeyin farkında olmayan o şebeğin benim de hayatımı olumsuz yönde etkiliyor olması.
Yoldan geçen birisini durdur, eline 10 lira sıkıştır, sonra iki sokak ötede bir arkadaşını gönder gitsin o 10 lirayı adamın elinden alsın sana geri versin.
Kayıp ne oldu bu durumda, hiç bir şey. Peki kazanç ne oldu, o adam sana sebepsiz ve amaçsız bir şekilde güven duymaya başladı.
Buyrun emekliler.
Ya da çalışanlar.
Maaşınıza Yüklü(!) miktarda zam yapıldığı zaman, (Ki bu zamlar genelde seçim arefelerinde oluyor.) bir kaç ay içinde o zammın eriyip yok olduğunu maaş bordrolarınızda farketmiyor musunuz?
Ama rastgele bir emekliyi durdurup sorsanız diyeceği laf, "Allah Razı Olsun daha önce kimse böyle bir zam vermedi." olacaktır. (İnsanların klasik yakınmalarını bir kenara koyarak düşünelim, sonuçta trilyonlarla oynayan birisine sorsak o da kazancının yetmediğinden yakınır.)
Bir yerlerden para geliyor, o bir yerlerin kaynağı genelde Amerikanya tabii ki, gelen paranın adı BORÇ. Bize o borç anamızın ak sütü gibi helal, babamızdan miras gibi yediriliyor. Biz anlık olarak mutlu oluyoruz. Tabi bu sırada, ülkemizin dış borcunun nüfusumuza oranlanmasıyla ortaya çıkan kişi başı dış borç miktarımızda tavan yapıyor. Direkt olarak cebimizden çıkmıyor ya kredi kartı faturası gibi, onun için enterese etmiyor bizi. Doğan her çocuk daha bir borçlu doğuyor sonuç itibarıyla. Ama bizim ağzımızda bal var, mutluyuz.
Birileri çıkıp bizi uyandıracak gibi olsa, ceza sahası dışından hafif bir faul yapıyorlar, bir kaç kişi sarı kartı yiyor biz yine uykuyadalıyoruz. Kim bu sarı kart cezalıları, Denizi aydınlatanlar olabilir belki. Neydi onun adı El Feneri miydi?
Bakıyorlar ki biz Fener'e falan ihtiyaç duymuyoruz, yüzebiliyoruz denizlerde, uyanığız hala, Bu sefer yeni Dalgalar çıkıyor piyasaya. Dalga geçer gibi Ergenekon Destanı yazıyorlar bize.
Bu dalgalar ufakk mı geldi?
Daha büyükleri var.
Üç büyük futbol klübünün taraftar sayısı, ülkenin dörtte üçünden fazla. Eğer üç klübün en kral adamlarını alır içeriye tıkarsan Dalga malga kalmaz alayımız dikkati oraya çeviririz, derin bir uykuya dalarız.
Nasıl olsa meşhurdur Şike Yaptın dedikten sonra Şaka Yaptıııımmm deyip paslaşmalar.
Daha da uyumazsan son darbe yine askerden gelir.
Bir haftada 25 kişiyi şehadete erdirirsen eğer bırak uyanık kalmayı, kış uykusuna bile yatarız hepimiz.
Mutluyuz.
Memleketime yol yapılıyor, asfalt dökülüyor.
Peki uzun süredr kaç okul yapıldığına dair haber yapıldı?
Peki kaç tane sınavda ŞİKE yapıldı haberi geldi?
Mutluyuz.
Şike Şike Mutluyuz.

Bazı süreçleri ben dinamit gibi düşünüyorum.
Upuzuuuunnnnn bir kükürtlü iple bağlanmış bir kalıp dinamit lokumu, fitilin ucu ateşlenmiş bekliyoruz.
Bugün patlamayacağı belli, gelecekte patlayacak. Kimin kucağında patlayacağını merak ediyorum.
Ama şundan eminim, biz anlık mutlu olduğumuz sürece, gelecekte başımıza gelecek hiç bir şeyin suçunu geçmişimizdeki kişilerden aramayacağız. Ve biz yine aynı şebekliğimizle o bombayı kucağında tutacak olan yürekli insanı  rezil edeceğiz.
Bir günah keçisi bulup bütün suçu yükleyeceğiz.
Olsun biz bugün mutluyuz.
Daha yumurta kıçın ağzına gelmedi...


Mr_Lonely
08.08.2011

10 Haziran 2010 Perşembe

A.T.S. (Askeri Terimler Sözlüğü)


Fosil: Kendi devrelerine 45 günden az olmamak koşuluyla takılan kişilere denir. Eziktirler, büzüktürler. Ama en önemlisi buçukturlar. 90/1,5, 90/2,5 misali. Ama alt devreliklerini de devrelerinden daha az yaptıkları için bir yönden de şanslıdırlar. Bunlara fosil denir çünkü genellikle bastonlarını görerek teskere alırlar.

Baston: Celp sıralamasının en alttakinin bir üstündeki celptir.
Tamam ya saçma bir açıklama oldu toparlıyoruz Allah Allah ya...
Normal şartlarda bir asker dört celp görür. Bunlar Alt devre, çömez alt devre, piç torun ve öz torunlardır. Öz torun en üst celbi teskereye gönderen devredir. Ama fosil arkadaşlar bunlarla değil bir sonrakiyle teskereye gider. Yani bastonlarıyla. Eğer onlarla da teskereye gidemezse Mezar taşını görür ki bu askeriye de yaşayabileceği en büyük ezikliktir...

Mezar taşı: Ürkütücü görünebilir ama öyle değil işte. Çok biliyonuz herşeyi zaten peh...
Mezar taşı devrelerinin askere gittiğini duyan bir kişi sevinir. Çünkü teskere aldığı tarihin üzerinden 6 ay geçtiğini gösterir bu. Vay anasını ya görür müyüz biz o günleri ...

Neyse konumuza dönelim.

Öz torun: Bu kişiler en üst devrenin biletidir. Bunlar askere geldiği zaman öz dedeleri teskere alır özgürlüğüne kavuşur. O yüzden candırlar, sevilirler. Keşke gelseler el üstünde tutsam sevsem, kafalarını okşasam şafak alsam hepsinden...

Neyse konuyu saptırdık yine...

Piç Torun: Bu kişiler şanssız kişilerdir. Piç gibi ortada kalmışlardır. Her işi yaparlar. Altlarına yeni bir celp gelene kadar da ezilmek zorundadırlar... Piç dedelerini hiç sevmezler. Sevmemekte de haklıdırlar, askerliği kendilerine zehir eden kişiler onlardır çünkü... Gittiler de kurtulduk çok şükür...

Şafak: İşte askerliğin adı. Ne zaman şafak biter askerlik biter. Sayılan her günün, doğan her güneşin adıdır. Her gün gece 12'de başlar 12'de biter. Keşke hızlı hızlı geçse. Nerede o günleeerrr..... Ayrıca Mehtap diye kızım olacağına Şafak diye oğlum olsun da derler. Aslında ben Mehtap'ı daha çok seviyorum. Aşığım ona sevgilim olmasını istiyorum...
Neyse konumuza dönüyoruz...

Mehtap: Acemi birliğinin biteceği günü beklemek, izine gidilecek günü beklemek olarak özetleyebiliriz. Yalancı bir bekleyiş, kendi kendini aldatma hikayeleri, umut hikayeleri, sanki askerlik bitiyormuşçasına yalan bir bekleyiştir bunun sonucu. Çekicidir çünkü aldatır insanı. Aynı sahte aşklar gibidir. Onun için sevilmez.

Çavuş: Kendini bulunduğu takımın orgenerali sanan kişiye denir. Kolunda iki kıytırık rütbe vardır ama sorsan bir kamyon taşşağı olduğunu iddia eder. Birazcık terbiyesiz bir açıklama yapmış olabilirim ama....
Hiçte bile terbiyesiz değil işte. Burada biz ona öyle diyoruz.... O terimi de ayrıca açıklayacağım..

Onbaşı: Çavuşa nazaran daha az taşşağı olan kişiye denir. Her işi bu şahsiyet yapar, her yere koşturur ama sonunda komutandan aferin'i alan çavuş olur. Eziktir büzüktür. Ama rütbesi dolayısıyla sadece çavuşa karşı eziktir...

Er: Taşşak yoksunu kişiye denir. Rütbesi yoktur. Bi boka yaramaz ameleden farksız kişiliktir. Bazılarının hiç bir vasfı bile yoktur. Hele ki alt devreyse hepten armuttur, hepten eziktir.

Taşşak: Bir nevi her yere elini uzatabilen, herkese sözünü geçirebilen, bir dediği iki edilmeyen kişilerdir. Askeriye dışında aslında hiç bir halt değillerdir ama askeriye bu kişilerin götünü aşırı derece de şişirdiği için insanların ya sabır çekmesine neden olurlar. Genellikle sevilmeyen kişilerde bulunur ancak istisna olarak da olsa insanlarla geçimi iyi kişilere de verildiği olur. İkincisi olursa hayat çok eğlenceli olur, askerlik karnavala dönüşür...

KADEME: Ahanda baş belası. Ahanda 20 kilo vermeme neden olan lanet yer. Ahanda ezildiğim yer. Ahanda sanayideki çıraklık döneminde yapmadığım şeylerin daha fazlasını yapmama nerden olan yer. Ahanda askere geldiğime lanet ettiğim yer.
İlk başlarda askerliğin bana ızdırap olmasına neden olmuştu bu yer. Ama daha sonra kademecilerle olan ikili ilişkilerim geliştiği için artık orada fazla yardırmıyorum. Kademe bir nevi tamirhanedir. Koskoca otobüsleri kademeye çektiğimiz için eziyeti de koskocaman oluyor. Yapacak bir şey yok mabede giren şemsiye açılmaz..

Revir: Tam teşekküllü hastane diyeyim siz inanmayın. Usta birliğimde bir revir bile yok. Ancak acemi birliğimde bir adet vardı. 3000 kişilik taburda 30 yataklı bir revir. Lafta askerin sağlığı için çalışıyorlar. Böbrek taşından iki kere revire çıktım ikisinde de daha doktorla oturup adam akıllı konuşamadan taşımı düşürdüm. Düşünün artık ne kadar hızlı çalıştıklarını. Zannedersin ki uzay yolu. Sabah 5'te rahatsızlanıp saat 11 civarında doktorun karşısına ancak çıkabildiğin bir rezillikler bütünü...

Platform: Nam-ı diğer çarpılma mekanı. Bir nevi otogar olarak düşünebiliriz. Yolcuları alıp bıraktığımız yer burası. Birlik komutanının milletin çarşısını kilitlemek için dört gözle şöförlerin hata yapmasını beklediği yer. İki kere burada hata yaptım nasıl olduysa ikisinde de çarşımı kilitlemedi. Galiba iyi gününe denk geldik... Şans işte...


Neyse bu değerli bilgilerin devamını ileriki zamanlarda getiririz. Şimdilik bu kadar yeter. Herkese saygılar sevgiler. Kendinize iyi bakın. Hoşçakalın.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Çok Gerekli Bilgiler Serisi

Eveeeeeeetttt. Geldik ikinci haftanın sonuna. Bendeniz cennetkuşunuz mr lonely tekrar akşam saat 5'e kadar hürgeneral oldum.
Eskisi gibi yazılar yazmayı çok isterdim ama gündemi takip edemediğim için ot gibi yaşıyorum. Hiç bir şeyden haberim yok. Onun için ben de alaydan bir şeyler yazayım bari.

İlk önce günün anlam ve önemini belirten bir konuşma ile başlamak istiyorum.

Çarşı izninin anlamı;
Çarşı izni, haftanın altı günü yaklaşık 3000 tane kamujlajlı erkeğin içinde yaşayan Türk askerinin sokağa çıkıp ağzından salyalarını akıtarak dışarıdaki güzel kızlara baktığı gündür.
Ayrıca kadınlar konusunda uzman olan (olduğunu zanneden) bir tabur erkeğin yemin törenine kadar birbirini şişirmesi sonucu oluşan gazla dışarıdaki bütün kızların, onun dışarıya çıkıp kendilerine laf atmasını beklediğini zannettiği gündür.
Akabinde kızlara laf atılır, kızlar tarafından geri zekalı cevabı alınır ve gaz boşalır.

Çarşı izninin önemi;
Çarşı izni çok önemli ve gereklidir. Çünkü, ilk izne çıkılan gün olan yemin törenine kadar yaklaşık bir ay geçer ve bir ayın sonuna kadar dış dünyanın nasıl bir yer olduğunu unutursunuz. Kamuflajlı askerler dışında içeride gördüğünüz canlı türleri ağaçlar, otlar ve köpeklerdir.
Köpeklerin hepsinin ayağının kırık olması konusuna hiç girmek istemiyorum. Aklıma kötü şeyler geliyor çünkü.
Hayır hayır, Türk askeri köpeğe tecavüz etmez abartmayın lütfen.

Çarşı izninin önemiyle devam edelim.
Dışarıya çıkamadığınız bir ay boyunca konuşulan muhabbet hiç şaşmaz. İki konu mevcuttur.
İlk konu;
- Askerlik bu yıl 12 aya düşecekmiş lan
- Ya bi sktir git, kaç milyon kişi o hayalle askerlik yaptı.
- Oğlum valla bak televizyonda duydum.
- Ya bi yürü git işine. Kafamı bozma.
- Görürsün bak askerlik düşecek bu yıl.
- Askerliğini de, düşüreni de kaldıranı da var ya, bi sktir git ya.

İlk konu böyle uzar gider. Askerlik düşecek mevzusundan midem bulanmaya başladı artık.

İkinci konu aynen tahmin ettiğiniz gibi. Askeriye de en çok satılan gazete Şok gazetesi ve Posta gazetesi.
Posta'da Haydar Dümen abimizin ulvi ve derin bilgilerinden faydalandıktan sonra Şok gaszetesindeki çıplak manken resimlerine bakılır. Sonra da çeşitli fantaziler kurulmaya başlanır. Sonra o hayallerle gerçek hayat o kadar iç içe girmeye başlar ki tuvaletlerde Şok gazetesindeki güzel bayanların resimleri sırılsıklam olmuş vaziyette bulunmaya başlanır.
Herkes sivil hayatında nasıl bir Rambo olduğunu, yatakta yirmi kaplan gücünde olduğunu anlatır durur.

Çarşı iznine çıkıldığında bu iki konunun da palavradan ibaret olduğu ortaya çıkar. Bu yüzden çarşı izni çok önemlidir.


Neyse bu haftalık bu kadar bilgi yeter. Bir daha ki hafta ceza yemezsem yorumları cevaplarım inşallah.
Ayrıca kardeşiniz üstün başarılarını(!)  askerde de sergiliyor. Bu hafta Astsubayın sorduğu soruya doğru cevap verdiğim için çift çarşı kazandım. Arkadaşlarım içerde ben dışardayım. Yarın yine çıkıyorum.
Ama kardeşiniz üstün başarılarını sergileyip çarşı iznini kilitletebilirde. Onun için uzun süre görünmezsem bilin ki ceza almışımdır. :))


Saygılar- Sevgiler- Herbişeyler
Kendinize iyi bakın. Baş baaşşşş.


03.04.2010
Mr_Lonely

16 Şubat 2010 Salı

Manisa Alaşehir 2. Ulaştırma Personel Eğitim Merkezi

İşin özü bu yazıyı yazdığım gün neşem gayet yerindeydi. Ama şu anda bütün hevesim kaçmış durumda. Muhtemelen sevk yiyip geri geleceğim.
Kademeci olacakmışım gibi yazmışım yazıyı ama Ulaştırmacı oldum. Şöför yani...
 Sizlere iyi okumalar diyeyim. Bu arada yorumları yayınlamam ve cevaplamam geç olabilir. Bunun içinde şimdiden özür dilerim...


Bu bir veda konuşması değildir. Veda etmekten nefret ederim. Veda etmesi gereken tek insan vardır, o da ölmek üzere olan kişi. Benim ki fakir avuntusu.
Hani kuru ekmeği verirsin eline, yanına da bir şişe hazır su verirsin, adam o ekmeği biftek, suyu beyaz şarap zanneder. Hatta hazır suyu içmez bile özel günleri için saklar.
Ya da bir tabak pilav koyarsın önüne, havyar verdiğini zanneder.
Gerçi havyar koysan önüne yemez ki. Yenir mi lan o iğrenç şey. Iyyy.
Neyse lafı uzatmayalım, konumdan saptırıyorsunuz beni. Kafamı karıştırmayın kardeşim yazı yazmaya çalışıyoruz şurada. Allah Allah ya.
Benim durum da bu fakir yeğenimiz gibi, avutuyorum kendimi.

Şöyle avutuyorum, aslında ben askere gitmiyorum. Karayiplere tatile gidiyorum. Bir buçuk yıl sürecek tatil. Sağ tarafımda beyaz kızlar, sol tarafımda siyah kızlar olacak. Manzaramı bozuyorlar biraz, etrafı göremiyorum ama olsun. Onlar başlı başına birer manzara zaten.
Bütün kızlarla aynı yerde kalıyoruz. Odalar birleştirilmiş ranza tarzı yataklar yerleştirilmiş, yaklaşık 1500 tane kadın ve ben, birlikte tatil yapıyoruz.

“Ulan bu salak ölmüş haberi yok.” Dediğinizi duyar gibiyim. Evet öldüm ne olmuş yani aç tavuk kendini buğday ambarında zannedermiş. Nasıl olsa hayallerim kıçımda patlıyor. Emin adımlarla yürüdüğüm her yolun sonunda uçurum çıkıyor karşıma gidemiyorum hedefime. Ben de olmayacak hayaller kuruyorum artık ne yapayım.

Bundan tam 7 ay önce bir sınava girdim. Adı DGS. Bilmeyenler (...şuradaki yazımı...) okuyabilirler. Hayatım boyunca Ösym tarafından açılan sınavlar arasında, girdiğim en kolay sınavdı. Mühendislik fakültesine gitmeyi garantilediğimi düşünüyordum sınavdan çıktığımda. Sınavdan sonra cevaplarımı kontrol ettiğimde de kendimi teyit ettim. Evet iyi bir puan gelecek diye düşünüyordum. Ufaktan hazırlıklar, planlar falan yapmaya başladım. Gideceğeim yerde yurt yoksa şöyle yaparım, varsa böyle yaparım, iş bulurum part time çalışırım, bursa başvururum falan filan. Bundan tam 5,5 ay önce sınavın sonuçlarını aldım. Gelen puan hiçbir yere yetmiyordu. Daldan düşmüş ARMUT gibi kaldım tek başıma. Ösym’ye şikayet dilekçesi falan gönderdim ama yemedi tabi açıkta kaldım.

Görüldüğü gibi 5 ayda insanın hayatı 180 derece tersine böyle dönüyor. 5 ay öncesine kadar aklımda askerlik diye bir şey yokken, ben şimdi askere gidiyorum. 5 ay önce okulu kazanınca hangi yurda yerleşirim acaba diye düşünürken. Mühendislik fakültesinin dersleri nasıldır acaba diye araştırmalar yaparken, şimdi acemi birliği kaç ay sürecek acaba, yüksekokul mezunu olunca direkt çavuş talimgahına düşer miyim acaba diye düşünüyorum.
Yeşil don, yeşil atlet alıp zulalayacağım. Hırsızlık olayları oluyormuş bolca. Donlarımın içine küçük kesecik gibi şeyler dikmem gerekiyormuş, param olursa oraya koymak için.

Ben elektrikçiyim ya, belki beni kademeye alırlar. Komutanların evlerinde falan arıza olunca götürürler beni. Geç lan yap şunu diye.

“Komutanın birinin güzel bir kızı vardır, bildiğin dünyalar güzeli. Bir gün arıza olur ve lonely o komutanın evine gider. Arızayı bulur ve tamire koyulur lonely. O arada kız lonely’e aşık olmuştur. İç geçirir durur. Bütün alem ona, o lonely’e aşıktır. Ancak mr lonely gönlünü kapatmıştır. Hem zaten o komutanın kızı, olmaz öyle aşk falan. Komutana saygı diye bir şey var lan. Kırarım ağzını. Zaten lonely’nin peşinde bir dünya kız var ona mı kalmış? Hıh. Ancak öyle olmaz. Kız lonely’nin içeceğine uyku ilacı katar, sonra yatağına götürür ve bağırır. İmdaaaaattt. Bu bana tecavüz etti babaciim. Evlendir bununla beni. Komutan çıkarır G3’ü dayar lonely’nin kafasına, ya evlenirsin bu kızla ya da kafanı unut. Lonely çaresiz kabul eder bu fıstık gibi kızla evlenmeyi. Sonra evlenirler mutlu mesut geçinip giderler.”

İç Ses: Lan yalancı geri zekalı, aptal, manyak. Kim var lan peşinde, yolda gören iki metre uzağından geçiyor. Haydi onu geçtim, öyle güzel kız sana aşık mı olur lan mal. Haydi onu da geçtim, Kim evlenir lan seninle? Çirkin Bety bile senin yanında Elizabeth Hurley kalıyor oğlum. Kendine gel.

Ya bu geri zekalı iç ses benim kurgu hikayelerime bile karışıyor. Çık lan erkeksen ortaya. İçerden içerden konuşuyorsun var ya kırarım kafanı hee.

Ben aşk meşk hikayesine girmeyecektim. Neyse kaldığım yerden devam ediyorum. Benim gıcık olduğum bir komutan olur mutlaka. Bir gün onun evinde bir arıza olur ve gideriz. Ben buna gıcığım ya, evdeki anahtarların hepsinin kenarından birer faz kablosu çıkarırım. Işığı her açmak istediğinde elektriğe çarpılır. Ertesi gün yine beni çağırır. Ben giderim, “Aaaa komutanım faz toprak arası kısa devre olmuş hemen çözeriz.” falan derim. Arızayı çözmem. Kafayı sıyırana kadar elektriğe çarpılıp durur.

Aklımda bir komplo teorisi daha var. Mesela gıcık olduğum bir komutan mı var? Hemen 155 polis imdat aranır ve bir ihbarda bulunur. Bilmem kim komutan Ergenekon örgütünden birkaç kişiyle gizli görüşmeler yapıyor. Kapıyı dinlerken duyduğum kadarıyla darbe yapacaklarmış. Ohhh. Ben askerliği bitirene kadar içerden çıkamaz o.

Eğer gittiğim yerde kilom yüzünden hava değişimi almazsam, bir buçuk yıl sürecek bir maceraya adım atmış bulunacağım. Ben internetle bütünleşmiş bir Alien’im. İnternetsiz yaşayamam. Bir şekilde bir yerlerden internete girerim diye düşünüyorum. Mutlaka anlatacaklarım olacaktır ama yazacaklarım eğlenceli şeyler mi olur, yoksa başıma hep hüzünlü şeyler mi gelir bilemiyorum. Ama şu kesin, interneti olmayan bir şehire düşsem bile yazarım. Bir not defteri alırım ve ona yazarım. Askerlik bittikten sonra hepsini bloguma aktarırım. Yazmak benim taaa çocukluğumdan beridir hobim. Dördüncü sınıftayken hocamız bize hikayeler yazdırırdı. Benim hikayelerim hep sıra dışı olurdu. Akla mantığa uymayacak şeyler yazardım. Eşeği kurtuluş savaşına sokardım, kendi Malkoç oğlu karakterimi yaratırdım. Bir tane adam 500 kişilik grubun içine dalardı hepsini öldürürdü, kendisi bir çizik bile almazdı. Böyle hikayeler işte. Hoca bir taraflarıyla gülerdi yazdıklarıma. Ben düşünürdüm kendi kendime, niye gülüyor lan bu, derdim. Sonradan hak verdim gerçi adama. Neremden uydurduysam artık bilmiyorum. Keşke o defterim kaybolmasaydı da hepsini bloga ekleseydim.

Neyse daha acemi birliğinden, usta birliğine geçerken verecekleri bir hafta izin var. O arada da yazarım bir şeyler. Ama acemi birliğindeyken en az bir ay dışarıya çıkamayacağım için, bir ay buralar size emanet.

Yolculuk tarihim:24.02.2010
O güne kadar yine konuşuruz tabi. O güne kadar göremediklerim olursa, ya da yazılarımı, blogumu o günden sonra gören duyan olur da ben burada olamazsam, hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
Ayrıca blogu düzenli olarak takip edemeyeceğim için yorum denetimini açtım. Ne olur ne olmaz belki gelir birisi saçma salak mesaj bırakır ben uzun süre görüntüleyemeyeceğim için orada sinirlerinizi bozar. O yüzden yorumlar bir süre benim kontrolümde kalsın.  :))

Geçenlerde adsız bir yorumcu için kendimi tanıtmıştım zaten ama daha fazla detay ve farklı bir hayat hikayesi okumak istiyorsanız BURAYA tıklayabilirsiniz.
Özelden ve tüzelden bana ulaşmak isterseniz BURAYA tıklayarak telefon numaramı alabilirsiniz. Hattımı Ara Beni Boya Beni hatlarına yönlendirdim ki ben askerdeyken canınız sıkılmasın Telekızlarla konuşun istedim.


Hakkınızı helal yapın. Kalın Sağlıcakla. Beni özleyin anacım. Baaay. :)))



19.01.2010
Mr_Lonely