29 Mayıs 2016 Pazar

Ben Yoruldum Hayat

Ben yoruldum hayat!

Güçlülerin haklı olduğu, yalakaların değer bulduğu, insanların ahlaksızca kullanıldığı, haklının haksız olarak kabul bulduğu, paranın en güçlü kral olduğu bir düzenden...

Aşkın hesap kitap olduğu, insanların yüreğine kriter koyduğu, şekilciliğin adının "en uygun insanı bulmak" olduğu bir gezegende yaşamaktan...

Ben vazgeçtim hayat!

Başarabileceğime inanmaktan, geleceğe umut beslemekten, her kaybettiğimi yeniden kazanabileceğimi düşünmekten, beklemekten...

Vazgeçtim, sana meydan okumaktan, seni yenmek hevesimden.

Sen git kötü kalpli kardeşin gelsin hayat.
Belki onun götüreceği yerde bana da biraz mutluluk ayırmışlardır. Belki bende kazanırım.

#hayatı #bir #kürk #mantolu #madonna #beklentisiyle #yaşamak
#aşk #imkansızdır

25 Nisan 2016 Pazartesi

El Hubb


Ben sosyal medya ortamlarında resim paylaşmıyorum usta. Soran olursa da "sosyal medyada resim paylaşmak sakat hacı, o resimleri kopyalayıp porno sitelerde kullanıyorlar yea" diyorum. Zaten porno sitelerde resim paylaşayım diye kuyrukta bekliyor mına goyyim.

Ama mesela umarsızca resim paylaşanlara da çok özeniyorum. Hele ki kadınların resim paylaşmadaki bonkörlüğüne iyice bitiyorum anasını satiim. Niye paylaşmasın ki, Gök Tengri vermiş güzelliği, ne yapsın, peçenin arkasına mı saklasın? Gözünün resmini çeker, göz güzel. Bacaklarını çeker koyar, bacaklar Allah vergisi. Komple vücudu koyar, bakmaya doyamazsın. Zaten kadın olmanın eş anlamlısı sosyal olmak demek.

Arkadaşlarla selfiler falan, bakıyorsun yıldızlar geçidi. Çoban yıldızı bir yerde, kutup yıldızı yanından el sallıyor.
Ben öyle miyim? Aslında benimki de yıldızlar geçidi, komple vücudu çekip koysam Büyük Ayı, sadece yüzümü çekip koysam Küçük Ayı...

Ben niye resim paylaşmıyorum peki?
Neyi paylaşayım ki? Yanlışlıkla birisi görse, kişinin ruh sağlığını bozmaktan 6 ay yatarım mına goyyim. Zaten insan içine çıkmamak için gece çalışıp gündüz yatıyorum. Mesela İnstagram hesabımda bana ait görüntü yok, olanı da kimse göremiyor. İnsanları intihara sürüklememek adına gizledim görüntüleri.

Şimdi ben bu konuya nereden geldim? Nasıl geldim?
Söyleyeyim;
Youtube'dan Nurgül Yeşilçay'ın oynadığı "7 Kocalı Hürmüz" filmini izledim. Ki zaten ben o kadının gözlerini gördükten sonra son nefesimi verip geri alıyorum. Sonra dedim ki kendi kendime "oğlum bu kadın çok güzel lan, keşke böyle bir sevgilim olsa." Sonra işte Google'a Nurgül Yeşilçay yazdım, İnstagram hesabına gittim, biraz gözüm gönlüm açıldı. (Bu arada kadın 40 yaşındaymış lan. Ağlamıyorum, gözüme soğan tarlası soktum mına goyyim.) Sonra yanlışlıkla kendi profil sayfamı açtım. Kendimi görünce hülyadan uyandım anasını satiim. "Kendine gel lan!" dedim, "Şu haline bak, o kadar güzel bir kadın senin yüzüne bakarken su içse fotosenteze başlar, bitkisel hayata girer mına goyyim."

Zaten Nurgül Yeşilçay filmlerini izlediğimi bilse film çekmeyi bırakır, parkta el falı bakmaya başlar.

Ki burada Nurgül Yeşilçay konu mankenidir. (Hadi yine iyisiniz paraya kıyıp konu mankeninin en iyisini getirttim) Esas kız o kadar güzel olmasada olur.

Ayrıca farkındaysanız o kadar lakırdı ettim ama kadının en güzel yerlerinde başrol oynayan süt torbalarından bahsetmedim. Oysa ki en devasa güzellik orada. Hani vardır ya erkek cinsinin korkulu rüyası "göğüs çatalına bakmamaya çalışmak" işte bu kadında o mümkün değil, resmen kendi özerkliğini ilan etmiş o ikiz kuleler. "Ben ortamdaysam, gözünü benden ayırmayacaksın aga" diyor.

Ulan bu dünyanın zaten adaleti yok ama öbür dünyanın da adaleti yok anasını satiim. Kimine ekskavatörle veriyor, sıra benim gibilere gelince damlalıkla veriyor.

#nurgülyesilcay
#hastasınım

Aha bu da bonus bir video:  https://youtu.be/84vcAk9Xvo0

Çıldırıciim...

El Hubb= Kayıtsız şartsız aşk


1 Mart 2016 Salı

Leyla İle Kays

Kays'ı Mecnun eden Leyla mıydı?
Yoksa Leyla, Kays'ın kalbinde yara mıydı?
Aşk, yaşamaktan evlâ mıydı?
Mecnun ölseydi çölde, deli divane ölseydi öyle,
Leyla da yanına yatar mıydı?

Istırap aşka katık mıydı?
Leyla, çölde sonsuz vaha mıydı?
Kader aşka azılı düşman mıydı?
Aşk, kör etmeseydi gözlerini, inmeseydi perde gözüne,
Mecnun, Leyla'ya kavuşmaz mıydı?

Kim istemez sevmek deli gibi?
Saf, temiz, ölesiye...
Kim istemez uğruna çöllere düşecek deli fişeği?
Sevenler kavuşsun diye yazıldı efsane aşk hikayeleri.
Leyla'yı verseydi Kays'a annesi, hapsetmeseydi evin içine ayırmasaydı sevenleri,
Kim bilirdi aşkın kıymetini?

26.02.2016

Gel Bir Çay İçelim

Geleceksin biliyorum!

Öncelikle şunu bil ki; Ben seni çok bekledim!

Seni hiç tanımadım ben, nasıl tanışacağımız hakkında da hiçbir fikrim yok. Belki seninle yıllardır tanışıyoruzdur ama inan kim olduğunu bilmiyorum. Belki Yeşilçam filmlerindeki gibi olur ama ben "Tatar Ramazan" olmam bak baştan söyleyeyim. E tabi sende "Türkan Şoray Kanunları" koymazsan sevinirim. "Öptürtmem, dürttürtmem" triplerini hiç sevmedim hayatım boyunca.

Senden önce Keşiş gibi yaşamadım, tahmin etmişsindir zaten. Aşık da oldum, odun da. Sevildim de, yerildim de. Seviştim de, dövüştüm de... Ama hiç şerefsiz olmadım! Kimsenin duygularıyla oynamadım. Bir sürü şiir falan yazdım ama muhtemelen hiç birisinden haberin olmayacak. E işte hayatın boyunca da benim bu cinsliklerimle uğraşırsın diye düşünüyorum. Sence? Uğraşır mısın?

Ben seni çok bekledim.
Sana ulaşana kadar temiz kalabilmek için çok uğraştım ama becerebildiğimi sanmıyorum. Yalan söylemeyi öğrendim mesela. Aslında bu kadar geç kalmasaydın daha gözüm açılmadan kafesleyebilirdin beni. Tosbağa geni mi taşıyorsun be mübarek, neredesin? Hemen ümitsizliğe kapılma, yalan söylemeyi öğrendim ama suratımın kızarmasını engellemeyi öğrenemedim bir türlü. Lanet olasıca bir sıfatım var, yalan söylediğim anda, yumurtlamak üzere olan tavuk götü gibi kızarıyor meret. Zaten alışmadık götte don durmaz derler.

Muhtemelen hayatın boyunca rahat bir ömür yaşamanı sağlayacak birisiyle hayatını devam ettirmeyi düşünmüşsündür. Zengin koca peşinde koşmak demeyelim biz ona yinede. İşte o "birisi" ben değilim! Açlıktan nefesim kokmuyor çok şükür de, elimden emekliyim be güzelim. Çalışırsam karnım doyuyor, işsizsem götüm donuyor, geçinip  gidiyorum. Sana bu konuda bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber, zengin olmanın yolunu öğrendim. Nasıl yatırım yapılır, ne iş ne para getirir çok araştırdım, bir yöntem geliştirdim kendime. Kötü haber, bunu yapabilmek için bir miktar birikim gerekiyor, o da bende yok. Nasıl bir dünya bu ki çok zengin olmak için bile az zengin olmak gerekiyor... Neyse sen umutsuzluğa kapılma yine de, o birikim için gereken şeyleri de bulurum bir gün. İnanmadın değil mi? Valla ben de inanmadım. Ama sen inan yine de, sen inanırsan beni de inandırırsın çünkü.

Bu arada Yengeç burcuyum ben. Kızlar bunu duyduğu anda suratlarını düşürüveriyorlar. Valla haklılar diyecek bir şey yok. Eğer sen bunu duyup da o gül yüzünü düşürmezsen anlarım ki tanımıyorsun Yengeç burcunu. Bu benim için iyi haber, senin için de iyi haber. Çünkü hayatını burç yorumlarına göre yönlendiren tipler bilmiyorlar ne kaybettiklerini. Muhtemelen sen de ne kazandığını bilmiyorsun, öğrenirsin zamanla. Evet tipik ve aşılamayan bazı problemler var ama ticarette gelir gider dengesi önemlidir. Gelirin, giderinden çok fazla olmalı ama "hiç gitmesin, hep gelsin" dersen, kocaman bir "nah" verirler eline. Deme öyle şeyler. E bizimki de bir nevi ticaret be güzelim.

Benim için duygusal falan diyorlar. Sakın inanayım deme onlara. Bildiğin yontulmamış, işlenmemiş Çınar odunuyumdur. Tek özelliğim dayanıklı olmak. Bir kaç kelime yanyana getirip bir şeyler yazabiliyorum diye duygusal olduğumu sanıyorlar. Bakma sen onlara.  Kızgınlık halini de duygusallık olarak düşünüyorsan o başka. Çabuk kızarım ama aynı oranda çabuk sakinleşemem. Beni hızlıca sakinleştirebilecek dört şey var bu hayatta, birincisi annem. İkincisi sensin. Üçüncüsünü ve dördüncüsünü de birlikte yapacağız diye düşünüyorum.

Farkındaysan hiç dış görünüşümden bahsetmedim. E kör değilsen onu görürsün zaten. Ben zaten hep bu evrede kaybediyorum biliyor musun? Bilmiyorsan da görünce anlarsın. Zaten karşıdan görüp de hayata küsmediysen, beni bir homo sapiens formuna dönüştürebileceğini düşündüysen, peygamberliğini ilan edebilirsin. İlk havarin ben olurum söz.

Daha anlatacak çok şey var ama yeter çok konuştum. Biraz da sen anlat bakalım. Ne zaman geleceksin? Nasıl karşılaşacağız seninle? Kimsin? Neredesin?

Ben seni çok bekledim!

29.02.2016

28 Kasım 2015 Cumartesi

Merve'nin Hikayesi


Güzel kızdı Merve...

Sütun gibi upuzun bacakları, tanesi bir kilo gelen bey narı gibi memeleri yoktu belki ama karşıdan göründüğü zaman insanı hülyalar alemine götürüp bırakan eşsiz bir yüzü vardı. Gözlerinin mavisi bizim mahalleyi aydınlatırdı her gün, saçlarının siyahi geceyi getirirdi karşı mahallenin ampulü patlamış dandik sokak lambalarına.

Mahallenin tüm erkeklerinin hayalindeydi Merve. Kimisi banyo sabununa açtığı deliğe Merve ismini koyduğunu anlatırdı ballandıra ballandıra, kimisi de kurduğu evlilik hayalini anlatırdı;

- Evlenirim lan ben bu kızla, yemin ediyorum bütün ortamı da bırakırım, ben mahallenin Manyak Cevatlığından istifa ederim lan bu kız için, işe de girerim, hayatım boyunca patron dövmeden ayrıldığım bir tane iş olmadı ama bunun için bir ömür eziyet çekerim mına goyim. Toki'den de ev taksitine girerim, yaşar gideriz anasını satayım.

+ Kuracağın hayali sikeyim lan senin, hayalin bile fakir mına goyim.

Bende seviyordum Merve'yi, hatta doğrusunu söylemek gerekirse aşıktım ve it kopuk tayfasının bu halleri de canımı çok sıkıyordu, tabi çok sevdiği bir erkek arkadaşının olması daha da çok sıkıyordu canımı... Ama benim, mahalledeki diğer saplardan bir farkım vardı, Merve'yle konuşabiliyordum. Çok küçük yaşlardan beridir birlikte büyüdüğümüz için birbirimizi iyi tanırdık ve dertleşirdik ara sıra. Bütün mahallenin dibinin düştüğü bir kızla arkadaş olmanın verdiği karizma sayesinde de mahallenin serserileriyle iyi arkadaş olmuştum. Herkes, belki kızı kendilerine ayarlarım umuduyla yaşıyordu resmen. Kız yoldan geçerken haspel kader "merhaba" dese, bırak cevap vermeyi heyecandan kalp krizi geçirecek adamlar ama umut parayla satılmıyor ya...

Bir gün yine işten dönerken karşılaştım Merve'yle, şeker pancarı gibiydi o güzelim yüzü kan çanağına dönmüş sinirden, ağlamak üzereydi. "Ne oldu, hayırdır" dedim, savuşturmak istedi ilk başta ama ısrar edince dayanamadı bir çay bahçesine gittik, daha oturur oturmaz boşalttı gözleri ölümsüzlük iksirini masanın üzerine. Gözünden düşen her damlada bir nehir kuruyordu yüreğimin en derin yerlerinde.

"Hangi beyin fakiri üzdü seni bu kadar?" dedim...
Yüzüme bakıp gülümsedi ve sonra kaldığı yerden ağlamaya devam ederek "Bitti" dedi.
Karşılıklı susmaya devam ettik bir süre daha, sonra konuşmaya devam etti;
"Şerefsiz! Aldatıyormuş beni. İnanabiliyor musun ya? Aldatıyormuş." dedi.
"Ne zamandan beri?" dedim.
"Ohaaa!" dedi ilk önce. "Hiç mi şaşırmadın lan? Hepiniz mi böylesiniz oğlum?" dedi. Bir süre sustum ve anlatmaya başladı;
"Bir yıldır birlikteydik, iki gün önce evlenme teklif etmişti, kabul ettim. Bugün işten çıktıktan sonra otobüse binmedim, canım yürümek istiyordu, biraz yürüdükten sonra arabasını gördüm, yanına gittim, orospunun biriyle öpüşüyordu arabanın içinde. Daha iki gün önce bana evlilik teklif ettiği dudaklarından başkası öpüyordu bugün. Yerden bir taş alıp camını kırdım, yüzüğü kafasına çarpıp ayrıldım işte."

Söyleyecek söz bulamadım, ne kadar zor sevdiğin kızın sevgilisinden ayrıldığını öğrenmek. Öyle bir durum ki bu, söylediğin her söz durumundan istifade etmek gibi algılanıyor.

"Yarın haftasonu, iş çıkışı bir yere gidip içelim mi?" dedim.
" Valla hiç dışarı çıkacak halim yok, yarın işe de gitmiyorum, akşam işten çıkarken bir rakı al gel benim evde içeriz" dedi.

Ertesi gün elimde 70'likle gittim yanına, gece yarısına kadar içtik, ikimiz de dut gibi sarhoş olmuştuk ama Merve'nin yüzünün güldüğünü görmek, her gün zil zurna sarhoş olmaya değerdi doğrusu.

"Ne kadar çok abaza ayı var" dedi.
"Nasıl yani?" dedim.
"Mahallede" dedi. "Ne kadar çok abaza var. Yolda yürümeye korkuyorum, bütün serseri tayfası tren görmüş öküz gibi kilitleniyorlar, bir gün birisi bir şey yapacak diye korkuyorum."
"Sen de bu kadar güzel olmasaydın." dedim.
"Nerem güzel lan benim?" dedi.
"Burada mı sayayım, mail olarak mı atayım, saymakla bitmez de" dedim. Güzel gözlerinin içinin güldüğünü gördüm o an.
"Tamam da bu benim seçimim değil ki, güzel olmayı ben mi istedim?" dedi.
"Hayır ben istedim, özel olarak sipariş verdim sen geldin."
Gülümseyerek son yudumunu aldı içkisinin;
"Bu mahallenin itleriyle senin aran iyi." dedi "Hiç konuşuyor musunuz benim hakkımda? İleri geri atıp tutuyor musunuz?
İçkinin de verdiği bir puştluk vardı üzerimde, onun da etkisiyle;
"Valla herkesin bir fantazisi var seninle ilgili." dedim. "Kimisi yatağa atma derdinde, kimisi evlilik hayali kuruyor ama bir merhaba desen hepsi heyecandan kalp krizi geçirir." dedim.
"Adamlar orada beni yatağa atmak istediklerini söylüyor, sen de hiç korumuyorsun beni öyle mi?" dedi.
"Bana gerek kalmıyor ki, birbirlerine giriyorlar zaten" dedim. "Senin saçının teline zarar veremez kimse burada. İki tane it kopukla uğraşmaya bile değmez"
"Sen hiç hayal kurdun mu benimle ilgili?" "Delikanlı gibi cevap ver ama" dedi.
Delikanlılık damarım tuttu o anda, "kurdum" dedim.
"Anlatsana" dedi.
"Birlikte duşa girmişliğimiz oldu bir kaç kez" dedim.
"Ohaaa" dedi. "Beni hayal edip otuz bir mi çekiyorsun sen?"
Öyle birden söyleyince utandım tabi ama rakının yalandan cesaretiyle,
"Evet" dedim.
"Neden gelip bana hiç söylemedin sevişmek istediğini?" dedi.
"Benim ki basit bir cinsel ilişki isteği değil ki, ben seni seviyorum" dedim.
"Geri zekalı" dedi. "Çocukluğumuzdan beridir birlikteyiz, neden söylemedin şimdiye kadar?"
"Ucunda seni sonsuza kadar kaybetmek de vardı, cesaret edemedim, korktum." dedim.
"Ben başkasıyla evlenme arefesindeydim, başkasıyla evlenmemden daha mı önemliydi bu korku? O zaman da kaybetmiş olmayacak mıydın?" dedi.
"Bütün dünya başıma yıkılmak üzereydi." dedim "Ama sen başkasını severken gelip bunları söylemek şerefsizlikti, yapamazdım böyle bir şeyi."
"Peki hala seviyor musun beni?" dedi.
"Sonsuza kadar" dedim. Sustu, ayağa kalkıp elini bana uzattı ve ayağa kaldırdı. Boynuma sarıldı ve öpüşmeye başladık. Bir kaç dakika bu şekilde devam ettik ve daha sonra;
"Bundan sonra duş alırken bile benden başkası olmasın hayatında" dedi.
"Sonsuza kadar" dedim.

Evden ayrılırken dünyanın en mutlu insanıydım. Sokakta uçarak yürürken bir anda bizim mahallenin serserileri çevirdi etrafımı, bir tanesi kulaklarımla oynayıp dönüp;
"Vaayy, bizim kolpacı işi pişirmiş." dedi.

Başka birisi "Kaç posta attın lan?" dedi, o sırada bir diğeri de " yalnız mahallenin en kral orospusunu siktin, getir de biraz da biz sikelim!" deyince dayanamadım, ağzının üstüne okkalı bir yumruk geçirdim. sonrasında da hepsi bir olup beni dövdüler. O gece değil dayak yemek, dünya yıkılsa umrumda olmazdı zaten. Olmadı da...


Özgür
28.11.2015

Not:Kurgudur.

22 Ekim 2015 Perşembe

Trafik Cezası


"Beş dakikada gelirim nasıl olsa" diye arabasını hatalı park eden şoför gibiydin sevgilim.
O kadar kısa sürede gelemeyeceğini bilen trafik polisiydim bende.
Ceza kesmemek için beş saati, beş dakikaya sığdırmaya razı olabilirdim.

Hatalı park eden arabaya kesilen 88 Lira gibiydin sevgilim.
Varlığın derde derman olmadığı halde, yokluğun hissediliyordu kredi kartı ekstresinde.
Sana değerdi aslında, her gün ceza ödeyebilirdim.
Ama açtığın yarayı kapatmaya yetmedi bile, 15 gün içinde yapılan ödemeye uygulanan %20 indirim.

Yanlış park edilmiş son model, lüks araç gibiydin sevgilim.
Trafik polisinin çağırdığı çekiciydim bende.
Sen çok güzeldin ve havalıydın da, yürüdüğün yollarda hayat geçici olarak kapsama alanı dışına çıkar, tüm gözler sana dönerdi bir an.
Ben belki gösterişsizdim ama yeter ki gitme diye bir ömür seni sırtımda taşıyabilirdim.

Çekilen araçların emanet bırakıldığı otopark gibiydin sevgilim.
Her boyutta aracın rahatlıkla girip çıkabileceği kadar derin ve geniştin.
Bir bilsen, bir zamanlar özel mülkiyetim olmanı nasıl isterdim.

Ama altın madeni olsan, kazma vurmam artık.
Tarla olsan ekmem,
Bağ olsan dikmem.
Bal olsan yemem artık.
Yar olsan sevmem...

22.10.2015

23 Eylül 2015 Çarşamba

Cinayeti Kör Bir Kayıkçı Gördü, Ben Gördüm, Kulaklarım Gördü. Fıtrat...


Henüz yaşını yeni doldurmuş, hayatını yaşayamamış tertemiz bir bebekti o.
Hem çok sevimliydi hem de sıcak kanlıydı, elimizi uzattığımızda hemen koşup gelirdi. Nereden bilebilirdi ki bizim kötü insanlar olduğumuzu, işlediğimiz her cinayete bir kılıf uydurabilecek kadar kalpsiz olduğumuzu.

Bir kaç gün önce gitmiştik ve çok beğenmiştik bu sevimli bebeği. Tam olarak aradığımız özellikleri taşıyordu. Bakıcısı da bu kötü emellerimize ortak olmuş onu bize para karşılığı satmıştı.

O gün geldi ve çattı, küçük çaplı bir merasim yapmamız gerekiyor ve işlediğimiz günahı affettirmek için bir iki rekat namaz kılmamız gerekiyordu. Aslında böyle olmasını bizde istemezdik, böyle sevimli ve yaramaz bir bebeğin dünyada görmesi gereken günleri olduğunu düşünüyorduk bizde ama fıtratın önüne geçilmez ki...

O gün sevimli bebeğinde çok huysuz olduğunu farkettik, sanki olacakları önceden hissetmiş gibiydi. Zaten o gün cinayet işleyen tek aile değildik, başka ailelerde vardı ve bizden daha canilerdi diyebilirim aslında. Belli ki yanından ayrılan arkadaşları bir daha geri dönmeyince durumun farkına varmıştı bizim yaramaz, sürekli kaçıyordu bu yüzden. Ama fıtrattan kaçılmaz ki...

Üç dört kişi etrafını çevirdik, kaçacak yeri kalmadı artık yavrucağın, bir iki diretti, aradan sıvışmaya çalıştı ama kar etmedi, yakaladık. Prosedür gereği iki bacağı ve bir elinin bağlanması gerekiyordu, prosedürü yerine getirdik.

Her ne kadar cinayeti işlemek bize düşse de o kadar vicdansız olamamıştık henüz, vekalet vermemiz gerekiyordu cellada, verdik.

Gözünü bile kırpmadı, vurdu bıçağı yavrucağın boynuna, üç ana damarrını kesmiş kanının akması için beklemeye koyulmuştu. Fıtrat...

Kan tamamen aktıktan ve yavrucak artık canını teslim ettikten sonra derisini yüzdük ve etlerini parça parça ayırıp eve getirdik. Etlerini satırlarla, bıçaklarla parçalara ayırdık, bir kısmını ihtiyaç sahiplerine dağıttık bir kısmını biz pişirip yedik. Her ne kadar ağzı süt kokan bir bebeği kesmişte olsak bir gram bile pişmanlık hissetmedik. Hatta aynı şeyleri bu yılda başka bir bebek üzerinde tekrar yapacağız. Fıtrat...

Hayat ne garip...

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun...

5 Eylül 2015 Cumartesi

Motor Ustası


Söyleme!
Yazma da hiçbir yere, aşka olan özlemini.
Beceremiyorsun iki kelam güzel söz etmeyi.
Eğreti duruyor aşk yüreğinde, belli oluyor kafiyesiz cümlelerinden.
Çıraksın çünkü daha yeni öğreniyorsun bu yolda yürümeyi.
Sen daha “aşk” demeyi bilmezken, ben açtığın derin yaraların şerefine içiyordum!
Rakıya mı sevdalıydım yoksa sana mı bilmiyorum.
Kadehime hapsetmişimdir belki de dudaklarını,
Belki de her yudumda yeniden buluşuyoruz diye alkolik oluyordum!
Sen aşkı bulmak adına kirlenirken bir umut bekledim hep,
Aşkın burnunun ucunda olduğunu belki görürsün diye.
Ama sen yanlış rampada hararet yaptın,
Ben ise motor ustası oldum, kırık kalpleri tamir ederken!
Sen bu yolları severken, geri dönüyordum ben!
Çok söktüm yüreğime batan zehirli aşk dikenlerinden.
Diken miydi yüreğime batan, sözlerin mi bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa,
Sen, yüreğini çalıştıracak bir usta arıyorsun ama
Emekli oldum ben, artık motor tamir etmiyorum!

04.09.2015

20 Ağustos 2015 Perşembe

Gırmızı Mavi Hadi Gari



Masmavi gökyüzüne bakıyorum gözlerim kan çanağı,
Göz bebeklerim Kırmızı.
Hayretler ediyorum sana Allah'ın arsızı.
Ne demek "aşık oldum" ulan?
Gerzek misin oğlum, o ağanın kızı...
Kan alırlar maden ocağından Kamil,
Götünden çıkan alevin rengi, kan kırmızı.
Ümit verme geleceğe dair, bırak o kızı,
Yoksa tersinden şişirttirirler sana Big-Babol sakızı.
Sen kendini gönül hırsızı sanmışsın,
E doğaldır gözün bozuk, göremiyorsun uzağı.
İnek sanıyorsun ama o daha buzağı,
Öküzsün sen, örnek alma boğayı.
Terket bu aşkı, dellendirme ağayı.
Yoksa mumla ararsın benden yediğin dayağı.
Aslında hak ediyorsun temiz bir sopayı,
Ama adamlar kafaya koymuş karpuzunu yarmayı,
Pekmezine ekmek banmayı...
Haydi aşık olursun anlarım da,
Omirilik soğanınla mı düşündün, köylük yerde kızları birbirleriyle aldatmayı?
Bence sen terket bu diyarı,
Yoksa bu gidişle dişlemeden yiyeceksin hıyarı.

20.08.2015
Özgür

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Faydalı İle Gerzek

Faydalı ile gerzeğin fantastik hikayesi bu!

.

Sen, pazarda kafasına sütyen geçirip bağıran ikizlere takkeci,
Ben, sosyete semtine dalıp, havalı kornayla gürültü yapan kamyon şöförü.
Sen, köyün umumi tahta tuvaletindeki göt temizleme taşı,
Ben, domuz avlamak için kurulmuş fare kapanı.
Sen, eczacı kalfası,
Ben, kullanılmayan sığınak tuvaleti.
Sen, dublex lastik,
Ben, büyük boy prezervatif almış Çinli.
Sen, triplex villa,
Ben, denize girmek için şişirilmiş traktör şambreli.
Sen hep mükemmelsin,
Ben gereksiz, öyle mi prenses?
Hayat sensiz daha güzel,
Her şeyi amacına göre kullanınca.
Sen Lalezar olsan kaç yazar?
Kurur gidersin ben hortumu çıkarıp sulamayınca.
Lağıma düşürmüşsün gözlüğünü,
Ondan dünyayı bombok görüyorsun bakınca.
Sen hayat demektin eskiden belki ama,
Hayat daha güzelmiş sen olmayınca.
Bakma öyle "Ne diyor bu gerzek?" diye,
Akıllandım sol koluma seni takmayınca.
Seni Dünyam sanıyordum, Ay gibi dönerken etrafında,
Güneşmişim ben, uydu olan senmişsin aslında.



05.08.2015
Özgür


(Çok dağınık oldu be, idare ediverin bu seferlik. :S)

29 Haziran 2015 Pazartesi

Neden Adem ve Havva Olmayasınız?

Bizler kayıp kuşağın kaybedenleriyiz. Bizden sonra gelecek olan nesilin bu zincir içerisinde önemli bir parça olabilmesi için, artık şu sıralar tartıştığımız şeylerden çok daha farklı şeyler tartışmamız gerekiyor.



Bundan beş bin yıl önce insanlar belki de donsuz dolaşıyordu, herkes birbirinin götünü görüyordu yani. Bir çıplak vücut gördün diye, bir göt çatalı gördün diye hemen namus bekçisi kesilme, bu Dünya'nın namus bekçisine ihtiyacı yok. kimin kimi siktiğini öğrenmeye ihtiyacı yok. Kimin kimi sikmemesi gerektiğini öğrenmeye ihtiyacı yok. Kimsenin cinsel tercihi bir başkasını bağlamaz. Bir başkasının özgürlüğü senin özgürlük alanına tecavüz etmiyorsa, senin ona müdahale etmeye hakkın yok. Birisinin özgürlüğü, bir başkasının yaşam alanına müdahale etmiyorsa, senin ona müdahale etmeye hakkın yok. Benim, senin inancına müdahale etmeye hakkım yok. Senin benim yaşam tarzıma müdahale etmeye hakkın yok.



Bırakın bu Dünya'yı, öbür Dünya'yı güzelleştirmek istiyorsanız, geleceğinize yatırım yapın. Çocuklarınıza bilimi, matematiği sevdirin. Teknolojiyi sevdirin. Çocuklarınızın eline tablet bilgisayarları tutuşturup, "o elindeki cihazla oynarken ben de işlerimi hallederim" kafasıyla yetiştirmeyin. Hayatta her şey eğlence değildir. Teknolojiyi verimli ve doğru kullanmayı öğretin. Her konuya hakim olmanız mümkün değil, olmayın da zaten. Bugünün şartlarında iyi bir tercih diye, çocuğunuzu ilgisi olmayan alanlara yönlendirmeyin. Siz futbolu seviyorsunuz diye o çocuğun futbolcu olması gerekmiyor ya da mühendisler iyi para kazanıyor diye mühendislik fakültesi okuması gerekmiyor. Her çocuk meslek tercihini doğduğunda yapar ve bu tercihler bilimsel yöntemlerle saptanabiliyor. Belki de siz çocuğunuzu iyi bir futbolcu olarak yetiştirmeye çalışırken gezegendeki en iyi Mekatronik mühendisinin geleceğini öldürüyor olabilirsiniz.

29.06.1987
Özgür

Bu arada doğum günüm kutlu olsun. İyi ki doğdum.

16 Haziran 2015 Salı

Eğer Evlenirsek Beni Çok Mutlu Edeceğini Düşünüyorum

“Eğer evlenirsek beni çok mutlu edeceğini düşünüyorum ama ben seni sadece arkadaş olarak görüyorum, eğer istersen arkadaş olarak devam ederiz, istemezsen de benim için fark etmez!”
“Tercüme edeyim, “Çok da fifi” dedi.”

Bak yine moral kondisyonum baraj altında kaldı. Ben bu mantığı hiçbir zaman çözemeyeceğim galiba. Arkadaşım ben sana evlenme teklif etmedim ki… Arkadaşım dedim kusura bakma ya da bak anasını satayım, kusura da bak. Sen değil misin beni sadece arkadaş olarak gören…

Medeni hıyarlık etmişim, seni sevdiğimi söylemişim. Ki onu söyleyen ağzıma da sıçayım müsaadenle. Sen biraz zaman istemişsin, sana günahı boyundan büyük dayıların Mekke’de Kabe’yi tavaf edip Hacı olması için gereken zaman kadar zaman tanımışım. Helal olsun senden kıymetli mi anasını satayım. Bula bula bu klasik cümleyi mi buldun lan o kadar sürede? Güzelim, yavrucuğum, şekerim, herkes beni arkadaşı olarak görüyor zaten. Karabatak kuşları gibiyim lan, kediler bile yemiyor beni. Düşmanım yok ki benim, kimseye zararım dokunmadı aksine en sevmediğim insanlara bile bir faydam olmuştur. Sen şimdi bana neden Karabatak muamelesi çekiyorsun ki?

“Gerçi salaklık bende, zaten kız seni kaç senedir tanıyor, düşünmek için süre istemesi saçma değil mi lan? Gbt sorgulatsa, 5 dakikada şeceremi dökerler. Sabıka kaydı almaya gidiyorum boş A4 kağıdı veriyorlar. Sabıka ne arar la armutta. “

-“E şimdi bu kız 2 ay ne düşündü o zaman kanki? “

“Hee gelelim Saadet’e.“

-“Saadet kim lan?”

“La bi siktir et Saadet’i falan. Sadede gelelim dedim!”

“Şimdi bak bu kız iki ay ne düşünmüş biliyor musun?”

-“Ne düşünmüş paps?”

“Eşşeğin zikini” “Bir dur la, bi sus mına goyim da anlatalım, insanlar okuyacak bunu küfür ettirip durmasana bana!”

-“Tamam paps, anlat!”

“Bak kardeşim, bu iki ayda biz evlenmişiz.”

-“Lan taştaş geçme adam gibi anlat evlendiğinizden haberin yok mu? Mal mısın oğlum?”

“Ya geri zekalı, kız öyle hayal etmiş işte, oksimoron musun oğlum sen? Omirilik soğanınla mı düşünüyorsun? Amip misin? Tek hücreli misin?”
-“Tamam la tamam, anlamamışım üçüncü biradan sonra beynim bacaklarımın arasına kaçmış herhalde.”

“Neyse, işte hayalinde evlendirmiş kendisiyle beni, bakmış benden iyi koca olacak, demiş bir de çocuk yaparız, hemen onu da yapmış. İşte her şey iyi güzel, 1+1 dairemizde mutlu mesut geçinip gitmişiz.”

-“Eee bunun için mi reddetmiş? Mutlu olmaktan kim rahatsız olur lan?”

“Bunun için değil tabii ki, hoop hayal dünyasından çıkıvermiş prensesimiz gerçek hayatta buluvermiş kendisini, geçmiş aynanın karşısına bir kendine bakmış, bir bana bakmış. Yanına bir türlü yakıştıramamış. O İngiliz Kralı’nın kızı, ben şarapçının oğluyum sanki mına goyim.”

-“Eee”

“İşte iki ay boyunca telefonlara, mesajlara cevap vermedi. İki ay sonra aklına geldi herhalde, “Lan bir davar vardı, ben ona bir cevap vermedim!” diye düşünmüş ki mesaj attı Facebook’tan.”

“Yazdığı mesaja bak, “Ya vercğim cvbı zaten tahmin etmişndir, ama istrsn gene de bluşalm.” Türkçe öğretmenleri bu mesajı görse kariyerlerinden vazgeçip Sümerolog olurlar. En azından onların yazdıklarını Türkçe’ye çevirmek bu kadar meşakkatli bir iş değil.”

-“Sonuç ne lan!”

“Sonuç bu işte. Girizgahtaki cümle. Hayır, tamam sonuçta birisini seviyorsan evlenmek için seviyorsun tamam da hacı, e önce bir sevgili olsaydık. Neden hemen evlenip mutlu olduk anasını satayım?”

-“Ne var lan işte kız seni evlenmeye layık görmüş.”

“Ya oğlum bağırsaklarınla mı dinliyorsun? Kız sevgili olmaya bile layık görmemiş, sen evlenmek diyorsun. Arap sen içme bokunu çıkardın mına goyim.”

-“Evlenirsek beni mutlu edeceğine inanıyorum demiş lan işte.”

“Ne diyecekti? Senden değil koca, klozet kapağı bile olmaz mı diyecekti?”

-“Ahaha aslında klozet kadar götün var mına goyim, iyi klozet kapağı olur senden.”

“Lan seni kanka diye karşısına alıp konuşanda zaten deney faresi kadar bile beyin yoktur. Daha fazla akıl sağlığımı bozmadan siktir git zıbar bir yerde.”

-“Hasiktir lan, uyku mu bıraktın adamda? Yürü hadi ikişer bira daha alıp gelelim, bu gece uyumak yok.”

“Zıkkım fondiple anasını satayım. Git dolapta var iki tane bira, senin Sünger Bob gibi sömüreceğini bildiğimden zulaladım!”

Yani diyeceğim odur ki, bir kadın benimle evlendiğinde mutlu olacağına bütün kalbiyle inanıyorsa, benimle sevgili dahi olmaz. Neden? E çünkü ben çok iyi bir insanım, sorun bende değil onda, ben daha iyilerine layığım.

E size daha kötüleriyle mutsuz bir hayat diliyorum o zaman.


16.06.2015

6 Haziran 2015 Cumartesi

Yalnızlığın Marşı (Sanat Sanatçı İçindir Şiarının Evrim Süreci)

Eskiden blog falan bilmezdik biz, cahıldık. Defterlerimiz, ajandalarımız vardı, kızların çiçekli böcekli üzerinde asma kilitleri olan defterleri vardı.

Harfleri bir araya getirdiğimizde anlamlı kelimeler yazabileceğimizi, bu kelimelerle cümleler kurabileceğimizi, konuştuğumuz her şeyin aslında yazılabilebileceğini öğrendiğim günden beridir yazıyorum ben. Sadece yazma şeklim değişiyor, eskiden Türkçe dersinde kullandığım deftere yazardım, sonra ajandaya yazmaya başladım, sonra internet girdi hayatıma blog yazmaya başladım, sonra da bulduğum her yere yazdım. Eskiden kalem kullanırdım, şimdi dijital parmaklarımla yazıyorum.

Aslında bu değişimler hep bir ihtiyaç halinde ortaya çıkıyor. Mesela Türkçe dersi için öyyetmenimiz ödev verirdi bize, tamamen kendi kurgumuz olan hikayeler yazmamızı isterdi. Ben akşam oturur üç dört sayfa yazardım, ertesi gün okula giderdim, derste herkes yazdığı hikayeyi kendisi okurdu. Tabi koca sınıfta yazan bir kaç kişi olduğu için çok uzun sürmezdi bu okuma işi ama benim hikayelerimle hep dalga geçilirdi. Çaktırmamaya çalışsa da öğretmen bile içten içten gülerdi. Çünkü hikaye bir konuyla başlar tamamen alakasız başka bir konuyla biterdi. Tamamen alakasız keskin geçişler, birbiriyle bağlantısız cümleler saçma sapan hikayeler yazardım çünkü. Evet, yazdığım şeyler genellikle gülünecek şeylerdi ama bunu bile yapamayacak kadar beyinsiz bir sınıf dolusu adamın dalga konusu olmak canımı sıkıyordu. Bende artık sadece kendim için yazmaya karar verdim. Sanat sanatçı içindir mottosunu şiar edinmiştim.

Evdeki ajandanın bir halta yarayabileceğini düşündüğüm zamanlar, bu şiar edinme dönemine tekabül ediyor. Artık o saçma kurgu hikayelerden yazmak zorunda da değildim, canım ne istiyorsa onu yazıyordum. O zamanlar sevdiğim şarkıların sözleri, (sakın ha küçümsemeyin, eskiden internet falan yokken, televizyonu açıp saatlerce beklerdim elimde kağıt kalemle, şarkı çıkınca her kelimeyi tek tek yakalayıp yazardım, yetişemediğim kıtalar için bir saat daha yeniden şarkının çalmasını beklerdim.) Bilim Teknik dergisinde çıkan hikayeler, özlü sözler falan filan bir çok şey vardı içerisinde. Bu süreç uzun sürdü ama tabii ki bir sonu vardı. Ajandamın benim haberim olmadan gizlice alınıp okunduğunu farkettiğim zamanlar bu süreç için jübile dönemiydi. Artık yeni bir çağ başlamalıydı, ben milenyum çağını ucundan kıyısında yakalamış efsane neslin temsilcilerindendim, böyle basit bir soruna mı çare bulamayacaktım?

Yeni dönem başlamıştı, ajandamda kendime ait ne var ne yoksa hepsini açtığım bloga aktarmıştım. Artık oraya yazıyordum her şeyi, ajandayı bulup okuyabilen kişilerin hiç birisi internetten zerre kadar anlamadığı için rahattım. Ajandamın kendim bile bulamayacağım şekilde sakladım. Kimsenin orayı bulup okuma ihtimali yoktu ama bu sefer başka bir sorun ortaya çıktı, Blog okuyucuları. Sonuçta halka açık bir ortamda yazıyorduk ve ister istemez yazılan şeyler ilgi çekiyordu. Sanat sanatçı içindir şiarına ters bir durum söz konusuydu burada ama nedense bu sefer rahatsız etmiyordu. Çünkü farklı bir detay vardı burada, kimse dalga geçmiyordu. Beğenenler beğenisini dile getiriyordu, beğenmeyenler insan gibi eleştirisini yapıyordu. Bu sayede güzel bir ortam oluştu, uzun süre aktif ve etkileşimli olarak yeteneklerimizi döktük ortaya, hem geliştik, hem büyüdük. Ve artık o dünyanın da sonuna doğru gelmeye başladık. Sadece bir arşivleme yöntemi olarak uzay boşluğundaki yerini koruyor.

Hayat şartlarının sırtımı sıvazlaması dolayısıyla artık eskisi kadar yazamıyorum. Zaten artık yazmak da istemiyorum galiba. Bu kadar uzun yazıyı ne halt etmeye yazdım şimdi onu da bilmiyorum. Aslında basit bir şey söyleyip gidecektim. Yıllar önce sakladığım ajamdamı buldum geçenlerde, biraz kurcaladım eski yazılarıma falan baktım. Doğrusunu söylemek gerekirse, içerisinde hiç fena şeyler yok. 200 sayfa civarı yazı yazmışım ve en son 2008 yılında yazmayı bırakmışım. İçindekilerden bir tanesini buraya yazayım dedim sonra. Muhtemelen yakın gelecekte de o ajandayı yakarak imha ederim.

Görselde benim Çince el yazım ve ajandamdan bir kesit var. Aşağıda da görseldeki yazının Türkçe çevirisi mevcut.

Buraya kadar okuduysanız, sizde de vahim bir işsizlik sendromu olabilir bir psikoloğa görünmekte fayda var bence. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim. Akranlarımla sadece tokalaşıyorum.

Herkese teşekkür ediyorum...


(Görseldeki Çin Kitabesinin üzerinde yazan metnin Türkçe meali)

Neyin günahını çekiyorum ki ben?
Ya da kimin diyetini ödüyorum hayata karşı?
Aşksızlığıma mı yanayım, yoksa yalnızlığıma mı?
Yoksa haykırsam mı derdimi dağlara karşı?

Anlayamaz kimse beni çünkü göremezler yüreğimi,
Yaranamam kimseye delip geçsem bile arşı.
Döndüm kendime artık, baş başayım benliğimle,
Yalnızlık oldu hayatımın en uzun marşı.

Kaybettim ben doğuştan, hayat denen yarışı,
Boşmuş beynimin verdiği kazanma uğraşı.
Kocaman bir yüreğim ve biraz da aklım vardı,
Artık yalnız yüreğim kaldı, salıverdim aklımı rüzgara karşı…



27.08.2008