3 Nisan 2010 Cumartesi

Çok Gerekli Bilgiler Serisi

Eveeeeeeetttt. Geldik ikinci haftanın sonuna. Bendeniz cennetkuşunuz mr lonely tekrar akşam saat 5'e kadar hürgeneral oldum.
Eskisi gibi yazılar yazmayı çok isterdim ama gündemi takip edemediğim için ot gibi yaşıyorum. Hiç bir şeyden haberim yok. Onun için ben de alaydan bir şeyler yazayım bari.

İlk önce günün anlam ve önemini belirten bir konuşma ile başlamak istiyorum.

Çarşı izninin anlamı;
Çarşı izni, haftanın altı günü yaklaşık 3000 tane kamujlajlı erkeğin içinde yaşayan Türk askerinin sokağa çıkıp ağzından salyalarını akıtarak dışarıdaki güzel kızlara baktığı gündür.
Ayrıca kadınlar konusunda uzman olan (olduğunu zanneden) bir tabur erkeğin yemin törenine kadar birbirini şişirmesi sonucu oluşan gazla dışarıdaki bütün kızların, onun dışarıya çıkıp kendilerine laf atmasını beklediğini zannettiği gündür.
Akabinde kızlara laf atılır, kızlar tarafından geri zekalı cevabı alınır ve gaz boşalır.

Çarşı izninin önemi;
Çarşı izni çok önemli ve gereklidir. Çünkü, ilk izne çıkılan gün olan yemin törenine kadar yaklaşık bir ay geçer ve bir ayın sonuna kadar dış dünyanın nasıl bir yer olduğunu unutursunuz. Kamuflajlı askerler dışında içeride gördüğünüz canlı türleri ağaçlar, otlar ve köpeklerdir.
Köpeklerin hepsinin ayağının kırık olması konusuna hiç girmek istemiyorum. Aklıma kötü şeyler geliyor çünkü.
Hayır hayır, Türk askeri köpeğe tecavüz etmez abartmayın lütfen.

Çarşı izninin önemiyle devam edelim.
Dışarıya çıkamadığınız bir ay boyunca konuşulan muhabbet hiç şaşmaz. İki konu mevcuttur.
İlk konu;
- Askerlik bu yıl 12 aya düşecekmiş lan
- Ya bi sktir git, kaç milyon kişi o hayalle askerlik yaptı.
- Oğlum valla bak televizyonda duydum.
- Ya bi yürü git işine. Kafamı bozma.
- Görürsün bak askerlik düşecek bu yıl.
- Askerliğini de, düşüreni de kaldıranı da var ya, bi sktir git ya.

İlk konu böyle uzar gider. Askerlik düşecek mevzusundan midem bulanmaya başladı artık.

İkinci konu aynen tahmin ettiğiniz gibi. Askeriye de en çok satılan gazete Şok gazetesi ve Posta gazetesi.
Posta'da Haydar Dümen abimizin ulvi ve derin bilgilerinden faydalandıktan sonra Şok gaszetesindeki çıplak manken resimlerine bakılır. Sonra da çeşitli fantaziler kurulmaya başlanır. Sonra o hayallerle gerçek hayat o kadar iç içe girmeye başlar ki tuvaletlerde Şok gazetesindeki güzel bayanların resimleri sırılsıklam olmuş vaziyette bulunmaya başlanır.
Herkes sivil hayatında nasıl bir Rambo olduğunu, yatakta yirmi kaplan gücünde olduğunu anlatır durur.

Çarşı iznine çıkıldığında bu iki konunun da palavradan ibaret olduğu ortaya çıkar. Bu yüzden çarşı izni çok önemlidir.


Neyse bu haftalık bu kadar bilgi yeter. Bir daha ki hafta ceza yemezsem yorumları cevaplarım inşallah.
Ayrıca kardeşiniz üstün başarılarını(!)  askerde de sergiliyor. Bu hafta Astsubayın sorduğu soruya doğru cevap verdiğim için çift çarşı kazandım. Arkadaşlarım içerde ben dışardayım. Yarın yine çıkıyorum.
Ama kardeşiniz üstün başarılarını sergileyip çarşı iznini kilitletebilirde. Onun için uzun süre görünmezsem bilin ki ceza almışımdır. :))


Saygılar- Sevgiler- Herbişeyler
Kendinize iyi bakın. Baş baaşşşş.


03.04.2010
Mr_Lonely

16 Şubat 2010 Salı

Manisa Alaşehir 2. Ulaştırma Personel Eğitim Merkezi

İşin özü bu yazıyı yazdığım gün neşem gayet yerindeydi. Ama şu anda bütün hevesim kaçmış durumda. Muhtemelen sevk yiyip geri geleceğim.
Kademeci olacakmışım gibi yazmışım yazıyı ama Ulaştırmacı oldum. Şöför yani...
 Sizlere iyi okumalar diyeyim. Bu arada yorumları yayınlamam ve cevaplamam geç olabilir. Bunun içinde şimdiden özür dilerim...


Bu bir veda konuşması değildir. Veda etmekten nefret ederim. Veda etmesi gereken tek insan vardır, o da ölmek üzere olan kişi. Benim ki fakir avuntusu.
Hani kuru ekmeği verirsin eline, yanına da bir şişe hazır su verirsin, adam o ekmeği biftek, suyu beyaz şarap zanneder. Hatta hazır suyu içmez bile özel günleri için saklar.
Ya da bir tabak pilav koyarsın önüne, havyar verdiğini zanneder.
Gerçi havyar koysan önüne yemez ki. Yenir mi lan o iğrenç şey. Iyyy.
Neyse lafı uzatmayalım, konumdan saptırıyorsunuz beni. Kafamı karıştırmayın kardeşim yazı yazmaya çalışıyoruz şurada. Allah Allah ya.
Benim durum da bu fakir yeğenimiz gibi, avutuyorum kendimi.

Şöyle avutuyorum, aslında ben askere gitmiyorum. Karayiplere tatile gidiyorum. Bir buçuk yıl sürecek tatil. Sağ tarafımda beyaz kızlar, sol tarafımda siyah kızlar olacak. Manzaramı bozuyorlar biraz, etrafı göremiyorum ama olsun. Onlar başlı başına birer manzara zaten.
Bütün kızlarla aynı yerde kalıyoruz. Odalar birleştirilmiş ranza tarzı yataklar yerleştirilmiş, yaklaşık 1500 tane kadın ve ben, birlikte tatil yapıyoruz.

“Ulan bu salak ölmüş haberi yok.” Dediğinizi duyar gibiyim. Evet öldüm ne olmuş yani aç tavuk kendini buğday ambarında zannedermiş. Nasıl olsa hayallerim kıçımda patlıyor. Emin adımlarla yürüdüğüm her yolun sonunda uçurum çıkıyor karşıma gidemiyorum hedefime. Ben de olmayacak hayaller kuruyorum artık ne yapayım.

Bundan tam 7 ay önce bir sınava girdim. Adı DGS. Bilmeyenler (...şuradaki yazımı...) okuyabilirler. Hayatım boyunca Ösym tarafından açılan sınavlar arasında, girdiğim en kolay sınavdı. Mühendislik fakültesine gitmeyi garantilediğimi düşünüyordum sınavdan çıktığımda. Sınavdan sonra cevaplarımı kontrol ettiğimde de kendimi teyit ettim. Evet iyi bir puan gelecek diye düşünüyordum. Ufaktan hazırlıklar, planlar falan yapmaya başladım. Gideceğeim yerde yurt yoksa şöyle yaparım, varsa böyle yaparım, iş bulurum part time çalışırım, bursa başvururum falan filan. Bundan tam 5,5 ay önce sınavın sonuçlarını aldım. Gelen puan hiçbir yere yetmiyordu. Daldan düşmüş ARMUT gibi kaldım tek başıma. Ösym’ye şikayet dilekçesi falan gönderdim ama yemedi tabi açıkta kaldım.

Görüldüğü gibi 5 ayda insanın hayatı 180 derece tersine böyle dönüyor. 5 ay öncesine kadar aklımda askerlik diye bir şey yokken, ben şimdi askere gidiyorum. 5 ay önce okulu kazanınca hangi yurda yerleşirim acaba diye düşünürken. Mühendislik fakültesinin dersleri nasıldır acaba diye araştırmalar yaparken, şimdi acemi birliği kaç ay sürecek acaba, yüksekokul mezunu olunca direkt çavuş talimgahına düşer miyim acaba diye düşünüyorum.
Yeşil don, yeşil atlet alıp zulalayacağım. Hırsızlık olayları oluyormuş bolca. Donlarımın içine küçük kesecik gibi şeyler dikmem gerekiyormuş, param olursa oraya koymak için.

Ben elektrikçiyim ya, belki beni kademeye alırlar. Komutanların evlerinde falan arıza olunca götürürler beni. Geç lan yap şunu diye.

“Komutanın birinin güzel bir kızı vardır, bildiğin dünyalar güzeli. Bir gün arıza olur ve lonely o komutanın evine gider. Arızayı bulur ve tamire koyulur lonely. O arada kız lonely’e aşık olmuştur. İç geçirir durur. Bütün alem ona, o lonely’e aşıktır. Ancak mr lonely gönlünü kapatmıştır. Hem zaten o komutanın kızı, olmaz öyle aşk falan. Komutana saygı diye bir şey var lan. Kırarım ağzını. Zaten lonely’nin peşinde bir dünya kız var ona mı kalmış? Hıh. Ancak öyle olmaz. Kız lonely’nin içeceğine uyku ilacı katar, sonra yatağına götürür ve bağırır. İmdaaaaattt. Bu bana tecavüz etti babaciim. Evlendir bununla beni. Komutan çıkarır G3’ü dayar lonely’nin kafasına, ya evlenirsin bu kızla ya da kafanı unut. Lonely çaresiz kabul eder bu fıstık gibi kızla evlenmeyi. Sonra evlenirler mutlu mesut geçinip giderler.”

İç Ses: Lan yalancı geri zekalı, aptal, manyak. Kim var lan peşinde, yolda gören iki metre uzağından geçiyor. Haydi onu geçtim, öyle güzel kız sana aşık mı olur lan mal. Haydi onu da geçtim, Kim evlenir lan seninle? Çirkin Bety bile senin yanında Elizabeth Hurley kalıyor oğlum. Kendine gel.

Ya bu geri zekalı iç ses benim kurgu hikayelerime bile karışıyor. Çık lan erkeksen ortaya. İçerden içerden konuşuyorsun var ya kırarım kafanı hee.

Ben aşk meşk hikayesine girmeyecektim. Neyse kaldığım yerden devam ediyorum. Benim gıcık olduğum bir komutan olur mutlaka. Bir gün onun evinde bir arıza olur ve gideriz. Ben buna gıcığım ya, evdeki anahtarların hepsinin kenarından birer faz kablosu çıkarırım. Işığı her açmak istediğinde elektriğe çarpılır. Ertesi gün yine beni çağırır. Ben giderim, “Aaaa komutanım faz toprak arası kısa devre olmuş hemen çözeriz.” falan derim. Arızayı çözmem. Kafayı sıyırana kadar elektriğe çarpılıp durur.

Aklımda bir komplo teorisi daha var. Mesela gıcık olduğum bir komutan mı var? Hemen 155 polis imdat aranır ve bir ihbarda bulunur. Bilmem kim komutan Ergenekon örgütünden birkaç kişiyle gizli görüşmeler yapıyor. Kapıyı dinlerken duyduğum kadarıyla darbe yapacaklarmış. Ohhh. Ben askerliği bitirene kadar içerden çıkamaz o.

Eğer gittiğim yerde kilom yüzünden hava değişimi almazsam, bir buçuk yıl sürecek bir maceraya adım atmış bulunacağım. Ben internetle bütünleşmiş bir Alien’im. İnternetsiz yaşayamam. Bir şekilde bir yerlerden internete girerim diye düşünüyorum. Mutlaka anlatacaklarım olacaktır ama yazacaklarım eğlenceli şeyler mi olur, yoksa başıma hep hüzünlü şeyler mi gelir bilemiyorum. Ama şu kesin, interneti olmayan bir şehire düşsem bile yazarım. Bir not defteri alırım ve ona yazarım. Askerlik bittikten sonra hepsini bloguma aktarırım. Yazmak benim taaa çocukluğumdan beridir hobim. Dördüncü sınıftayken hocamız bize hikayeler yazdırırdı. Benim hikayelerim hep sıra dışı olurdu. Akla mantığa uymayacak şeyler yazardım. Eşeği kurtuluş savaşına sokardım, kendi Malkoç oğlu karakterimi yaratırdım. Bir tane adam 500 kişilik grubun içine dalardı hepsini öldürürdü, kendisi bir çizik bile almazdı. Böyle hikayeler işte. Hoca bir taraflarıyla gülerdi yazdıklarıma. Ben düşünürdüm kendi kendime, niye gülüyor lan bu, derdim. Sonradan hak verdim gerçi adama. Neremden uydurduysam artık bilmiyorum. Keşke o defterim kaybolmasaydı da hepsini bloga ekleseydim.

Neyse daha acemi birliğinden, usta birliğine geçerken verecekleri bir hafta izin var. O arada da yazarım bir şeyler. Ama acemi birliğindeyken en az bir ay dışarıya çıkamayacağım için, bir ay buralar size emanet.

Yolculuk tarihim:24.02.2010
O güne kadar yine konuşuruz tabi. O güne kadar göremediklerim olursa, ya da yazılarımı, blogumu o günden sonra gören duyan olur da ben burada olamazsam, hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
Ayrıca blogu düzenli olarak takip edemeyeceğim için yorum denetimini açtım. Ne olur ne olmaz belki gelir birisi saçma salak mesaj bırakır ben uzun süre görüntüleyemeyeceğim için orada sinirlerinizi bozar. O yüzden yorumlar bir süre benim kontrolümde kalsın.  :))

Geçenlerde adsız bir yorumcu için kendimi tanıtmıştım zaten ama daha fazla detay ve farklı bir hayat hikayesi okumak istiyorsanız BURAYA tıklayabilirsiniz.
Özelden ve tüzelden bana ulaşmak isterseniz BURAYA tıklayarak telefon numaramı alabilirsiniz. Hattımı Ara Beni Boya Beni hatlarına yönlendirdim ki ben askerdeyken canınız sıkılmasın Telekızlarla konuşun istedim.


Hakkınızı helal yapın. Kalın Sağlıcakla. Beni özleyin anacım. Baaay. :)))



19.01.2010
Mr_Lonely

 

4 Şubat 2010 Perşembe

TBMM World Combat Cup

Orhan Erdem (Akp Konya) Fight Cumali Durmuş (Mhp Kocaeli)
Hakem : Güldal Mumcu (Chp İzmir)

Her şey milyonlarca insanın severek izlediği bir Kick Boks maçıyla başlamıştı oysa.
İki yiğit çıktı meydaneee, ikisi de birbirinden merdane.
Yok pardon o yağlı güreşçiler içindi karıştırmışım.

Başbakanına Peygamber diyenleri uyarmak isteyen Akp’li boksör, rakibi Mhp’li boksörün köşesine gitmiş, antrenörüne bakın o peygamber değil demek istemişti. Ancak Mhp’li boksörün antrenörü kendisine bunu biz demedik ki sizin klübün junior boksörü söyledi deyince, yanlışlıkla rakibine yumruk atıverdi Akp’li sayın Erdem.

Raunt arasında bir şeyler olacağını sezen hakem Mumcu, maçı on dakika erteleyip hakem odasına gitmişti.
Hakem odasına çekildiğinde, ortalı karışmış, basit bir Kick boks maçı olarak başlayan olaylar bir Smack Down turnuvasına dönüşmüştü.
Smack down maçlarının tek kuralı, kural olmamasıdır.

Akp’li vekil rakibine raunt arasında saldırınca, rakibin antrenörü çıkıp Akp’li vekili saf dışı etmişti. Bunu gören diğer antrenör de sahaya girerek Mhp’li antrenöre yumruk atarak Smack Down maçının resmen başladığını ilan etmişti.

Bu sırada olaylar birbirine girmiş, havada sağlık bakanları uçuşmaya başlamıştı.
Malkoçoğlu misali arkadaşlarını kurtarmak isteyen bakan, önündeki tek engel olan gözlüklerini de çıkarmış, artık yenilmez olmuştu.

Yıllarca Kick Boks eğitimi almış olan Akp’li vekil, Smack Down tecrübesi olmadığından ne yapacağını şaşırmıştı ve kalabalıkta denk getirdiği birisine yumruk atmak isterken parmağı kırılmıştı.

Bu sırada Akp Spor Kulübü başkan yardımcısı, hakemin odasını basarak kendisini tehdit etmekle meşguldü.
Bana bak ulan kadın, git maçını adam akıllı yönet. Maçı bizim kazandığımızı ilan et.
Bak bizimkiler kavga etmeyi çok iyi bilir. Kick Boksçularımızı sahadan çekeriz Smack Down’cılarımızı saha süreriz oradaki herkesi ezer geçeriz. Sonra da senin üzerine salarız.
Kamuoyunda sulu göz olarak tanınan Akp spor Kulübü başkan yardımcı, bir anda aslan kesilmişti.

En son olarak, Akp Spor Kulübü genel başkanı ve Türkiye Kick boks Federasyonu Başkanı sayın RTE hakem kürsüsüne geçmiş ve maçı kendilerinin kazandığını ilan etmiştir.
Bu ülkede en iyi biz söveriz, en iyi biz döveriz mesajı gayet net bir şekilde verilmiş oldu.

Bu arada, biz iktidara geldiğimizden beridir mecliste kavga çıkmıyor diyen Akp’li arkadaşlara buradan selam söylüyorum.

04.02.2010
Mr_Lonely

30 Ocak 2010 Cumartesi

Bir Dumur Hikayesi 2

...

Aradan bir iki ay geçmiş, Murtaza okulun en aktif öğrencisi olmuştu. Herkesle konuşuyor, muhabbet ediyor, şakalaşıyordu. Yurdun kantinine indiğinde, her masadan birileriyle muhabbet edebiliyor, oturduğu masada hiç yadırganmıyordu. Düriye bunun farkındaydı. Okulun en yakışıklı çocuğuyla birlikteydi ama çocuk Düriye’yi deli gibi elinde oynatıyordu. Kız bu durumdan çok şikayetçi olmuş olacak ki bir süre sonra ayrıldılar.


Okulun başlamasının ardından koskoca bir dönem geçmiş, vizeler bitmiş finaller başlamıştı. Murtaza’nın bölümünün en zor derslerinden birisinden sınavı vardı ve odasında deli gibi ders çalışıyordu. Gece saat üç civarıydı telefonunun mesaj zili çaldı. Gecenin saat üçünde gelen mesajın pek hayra alamet olmayacağını düşündü Murtaza. O saatte hiçbir operatör otomatik mesaj atmazdı. Kargaların bile bokunu yemediği saatte birisi onu işletecek de değildi.

Mesajın ne olduğunu merak ediyordu ama okuyamıyordu Murtaza. Çünkü telefonu taş devrinden kalmaydı. Ekranı bozuk olduğu için ne mesaj çekebiliyordu, ne mesaj okuyabiliyordu, ne de gelen aramaların kime ait olduğunu görebiliyordu. Sim kartındaki bütün numaraları ezberlemişti arama yapacağı zaman ezberden yazıyordu. Ancak bilmediği bir nokta daha vardı ki bunu da o gün öğrenmiş oldu. Telefonunun kulaklığı da bozulmuştu ve karşısındakinin cinsiyeti ne olursa olsun ses çok kalın bir erkek sesi gibi geliyordu.

En sonunda merakına yenik düştü Murtaza sim kartı çıkarıp arkadaşının telefonuna taktı. Gelen mesajı okudu, mesajda şu şekildeydi;

“Selam Murtaza, hakkımda ne düşünürsün bilmiyorum ama ben seni çok seviyorum.”

Murtaza inanmadı. Birilerinin kendisini işlettiğini düşünüyordu. Mesaja cevap yazdı;

“ Kim olduğunu söylersen bir şeyler düşünürüm belki.”

Cevap gecikmedi;

“ Kim olduğumun önemi yok. Seni sevdiğimi bil yeter.”

Murtaza’nın arkadaşı dırdır edip duruyordu, “annem arayacak ver artık telefonu” falan diye.
“Benim telefonu kullan iki dakikalığına” dedi Murtaza.
Arkadaşı, “ Lan o takozu nasıl kullanayım ver benim telefonumu” dedi.
Murtaza çok sinirlendi, “ Al lan telefonun kıçına sok” dedi verdi.

Mesajı çeken numarayı bir kağıda yazmıştı. Sim kartı telefonuna taktı ve numarayı aradı. En son 3 kontörü kalmıştı ve kendisiyle dalga geçildiğinden emin olduğu için onu da küfür etmek için kullanacaktı. Numarayı aradı;

- Kimsin sen?
- (Bozuk kulaklıktan gelen erkek sesine benzeyen kadın sesi) Ya kim olduğumun önemi yok.
- (Karşısındaki sesin bir erkek sesi olduğuna kanaat getiren Murtaza) Ulan senin ben taa a..na k..yarım. Yarın çok önemli sınavım var deli gibi ders çalışıyorum dalga geçmenin sırasımı lan top. Ulan bak yakalarsam seni s..rim.

Dıt dıt dıt dıt dıt dıt dıt dıııııııııııııt.


Kontörü bitmişti Murtaza’nın. Daha anasından girip sülalesinden çıkacaktı ama kontör izin vermedi. Telefonu kapatıp dersine geri döndü Murtaza.

O günü de unuttu gitti Murtaza. Sınavlar bitmiş okul tatile girmişti. Koskoca bir aylık sömestr bittikten sonra okul yeniden açılmıştı. Düriye’nin bölümünü merkez kampüse taşınacaktı. Onların eğitiminin devamı oradaydı çünkü. Herkes birbiriyle vedalaşıyordu. Murtaza o bölümden hiç kimseyi tanımadığı için kantinde oturuyordu. Ancak ilginç bir olay oldu ve Düriye gelip Murtaza’ya sarıldı ve “Her şeye rağmen hakkını helal et” dedi. Murtaza neler olup bittiğini hiç anlamamıştı. Okul hayatı boyunca tek bir kelime bile konuşmuşluğu yoktu Düriye ile ne hakkından bahsediyordu ki?

“Helal olsun” dedi kısık bir sesle. Anlam veremediği için soğuk duruyordu biraz. Düriye arkasına baka baka dönüp gitmişti. Murtaza’da yerine oturup hayatına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Ama Düriye’nin neden dönüp dönüp arkasına baktığına da bir türlü anlam veremiyordu.
“ Niye hakkını helal et dedi lan bu kız bana?”

Bir gün odasında otururken telefonu aklına geldi Murtaza’nın. “ulan şu takozu bir tamir edeyim ya” dedi kendi kendine. Çıkardı takımları söktü dağıttı telefonu. Ekranın bağlantılarını, telefonun tuş takımlarındaki tozları başta aşağı her yeri temizledi kolonyalı mendille. Tertemiz yaptı ve topladı telefonunu. Taktı sim kartını ve açtı. Bir de ne görsün ekran düzelmişti. Mesaj kutusunda 60 küsür tane okunmamış ileti vardı. Ama içinden iki tanesi dikkatini çekmişti. Numaralar tanıdık geldi. Okul kapanmadan önce küfür ettiği numaralardı bunlar. İlk mesajı açtı önce. Şunlar yazıyordu,

“ Senin diğer erkeklerden farklı olduğunu düşünmüştüm ama hayvanın tekiymişsin.”

Anlam veremedi bu mesaja. Ulan hem ibne, hem de bana diğer erkeklerden farklısın diyor diye düşündü. Sonra ikinci mesajı açtı;

“ Sırf merak etme diye söylüyorum ben Düriye”

Murtaza o an anladı Düriye’nin kendisinden niye helalik almaya geldiğini. Baştan beridir kendisine ayı diyenin de o güzel kız değil bu Düriye’nin olduğunu da anladı.

Kendisine ayı dediği için ağzını burnunu kırmak istediği kız aşık olmuştu Murtaza’ya. Ve hiç farkında olmadan aylar önce moralinin bozulmasına neden olan olayın intikamını almıştı.

Sanki bütün dünya dertlerini çözmüş kadar rahatladı Murtaza. Eğer karşısındakinin kız olduğunu bilseydi hayatta küfür etmezdi. Belki de sırf o günün intikamını aldırmak için bozulmuştu telefonun kulaklığı. İlahi adalet dedikleri buydu galiba.

Sonuç olarak, dünya da erkek bitse bile onunla çıkmam diyen kız, Murtaza’ya aşık olmuştu.
“Bırak şu ayıyı” dediği adama aşık olan Düriye, aylar önce yaptığı hakaretin karşılığında daha büyük hakaretlere maruz kalarak iki kere dumur olmuştu.
Aslında Düriye, Murtaza’ya aşık olmamıştı. Onun kafasındaki düşünce, Murtaza’nın etinden, sütünden faydalanmaktı. Aylarını geçirdiği o üniversiteye ziyarete geldiğinde çevresi geniş birileriyle takılıp yalnız kalmamak istiyordu. Ancak Murtaza kendisini dumura uğrattığı için planları suya düştü ve diğer arkadaşları her hafta sonu gelirken, Düriye mezun olana kadar bir kere bile fakülteye ziyarete gelemedi...


Not: Bu hikayedeki kişi ve kurumlar tamamen gerçektir. Sadece isimlerini değiştirdim.


26.01.2010-27.01.2010
Mr_Lonely

 

27 Ocak 2010 Çarşamba

Bir Dumur Hikayesi 1


Murtaza üniversiteye yeni başlamış ve yurtta kalan bir gençtir. Fiziksel olarak iri yarı bir yapıya sahiptir. Kilolu ama hantal değil, el becerisi iyi, sportmen yapıya sahip birisidir. Duygusal olarak çok utangaç, sessiz, damarına basılmadığı müddetçe etliye sütlüye karışmayan bir tiptir. İnsanlarla kolay kolay iletişim kurmaz, ancak ortamını kurduğunda da etrafına hep neşe saçar. İşte bu yazı Murtaza’nın başından geçen garip bir olayı konu almaktadır.

Okulun ilk haftalarıydı, Murtaza oda arkadaşlarıyla uyumunu sağlamış, ortamını kurmuş vaktini geçirmektedir. Daha okul henüz yeni başlamış olmasına rağmen herkes birer sevgili edinmiş bir tek Murtaza yalnız kalmıştır. Hayatı boyunca lanet ettiği özelliği utangaçlığı ve biraz da insanları tanımak istemesi dolayısıyla yalnız kalmıştır. Bir gün yurdun kantininde otururlarken, oda arkadşlarından birisinin kız arkadaşı der ki;

- Lan Murtaza bu yalnızlığın valla içime dokunuyo. Yok mu hoşlandığın birisi?
- Yok ya. Ben daha kimseye sevgili gözüyle bakmadım...
- Bak ben sana bir kız ayarlayayım, bildiğin bir içim su.
- Sen bana kız mız ayarlayamazsın.
- Emin misin? Var mısın iddiasına?
- Sen bana kız ayarlayabil ne istersen yaparım...
- Tamam lan. Yarın ayarlayacağım kızı göstericem sana.

O gün öyle geçer gider. Sabah olur. Aşağıda kantinde toplanılıp hep birlikte okula gidilecektir. Herkes gelir ve yola koyulunur. Şans eseri de kızın Murtaza’ya ayarlayacağını söylediği kişi iki metre önlerinden gitmektedir. Arkadaşı Murtaza’ya kızı gösterir;

- Murtaza bak şu kızı görüyor musun?
- Eee.
- İşte o kız ileride sevgilin olacak.
- Ya bir yürü git işine. Ben senin bana bir kız ayarlayabileceğin ihtimalinin bile olmadığını zaten biliyorum da, o kızı ayartman imkansız.
- Hadi ordan. Görürsün bak.
- Sen o kızı benim sevgilim yap, her istediğini iki kere yaparım..
- Tamam lan.

Evet anlaşıldığı üzere kız manken gibi bir şeydir. Bırak Murtaza’nın sevgilisi olmayı, yolda görse yüzüne bile bakmaz. Zaten arkadaşı da Murtaza’ya oyun oynamıştır. O kızla konuşmamış, başka birisiyle konuşmuştur. Kızın adı Düriye;

- Kız Düriye nassın.
- İyiyim sen nassın.
- Şşşş. Sana bişi dicem. Bizim Murtaza var ya o senden hoşlanıyormuş.
- Murtaza kim ben tanımıyorum ki, göstersene bana bir ara beğenirsem neden olmasın.
- Tamam akşam kantine inecekler, kapıdan gösteririm sana.
- Tamam.

Akşam olur ve herkes kantine iner. Dünyadan habersiz olan Murtaza arkadaşlarıyla sohbet etmektedir. Arkadaşı da Düriye’yi kantinin kapısının önüne getirmiştir. Kapının aralığından Murtaza’nın bulunduğu masayı gösterir;

- Bak kız Düriye görüyor musun? Şu hafif iri olan çocuk.
- Ay yuh sana be. Bana bu Ayı’yı mı layık görüyorsun? Git söyle ona piyasada erkek bitse bile ben o ayıyla
çıkmam.
- İyi tamam.

Arkadaşı gelir Murtaza’ya olayı olduğu gibi anlatır. Kelimesi kelimesine. Murtaza kendisine ayı denmesine
çok kızmıştır. O an o kız oralarda olsa kafasını gözünü kırar, ağzıyla burnuna yer değiştirtebilirdi. Morali çok bozulmuştu. Kızın zaten kabul etmeyeceğini biliyordu ama onun zoruna giden kendisine ayı denmesiydi. Her türlü şakayı kabul eder hoş karşılardı Murtaza ama hakareti ve fiziksel özellikleriyle dalga geçilmesini hiç sevmezdi.

Ancak bilmediği nokta kendisini reddeden kişinin, merdivende gördüğü o manken gibi kızın olmadığıydı. Murtaza’yı reddeden Düriye, fiziksel olarak Murtaza’dan daha kısa boylu ve daha kiloluydu. Çok hantal bir yapısı vardı. Penguen gibi yürüyen bir insandı ve Murtaza Düriye’nin bu şekilde yürümesiyle insanların dalga geçtiğine birkaç kere şahit olmuştu.

Kader kısmet bu ya Düriye okulun en yakışıklı çocuğuyla birlikte olmaya başladı. Murtaza hala yalnızdı, ama yalnızlıktan kurtulmak gibi bir çabası da yoktu. Yurda, okulu adam akıllı okumak için yerleştiğini ve dönem uzatmadan okulu bitirmek istediğini söyleyip duruyordu. Zaten başından geçen bu olayı da unutup gitmişti derslerine konsantre olmuştu.

...

Devamı Var...