14 Mayıs 2013 Salı

Reyhanlı Zeynep

Sabahın köründe çalan telefon sesinden nefret ederdi Zeynep. Aslında bunun için geçerli bir sürü nedeni vardı. İstisnasız her sabah telefon sesiyle uyanıyordu çünkü. O kadar saçma sebepler geliyordu ki çoğu zaman, arayan kişiyi telefon kablosuyla boğmak istediği bile oluyordu. Ama yapmamalıydı böyle bir şeyi çünkü bulunduğu mevkii hoşgörülü olmasını gerektiriyordu.

Zeynep, 24 yaşında, 1.70 boyunda beyaz tenli, karşısındaki kişiyi diğer tüm renkleri hayatından çıkarmaya yemin ettirecek kadar güzel simsiyah saçlara ve okyanus mavisi gözlere sahip, dünyalar güzeli bir kızdı. Açıköğretim fakültesi işletme bölümünü bitirmişti. Aslında doktor olmak istiyordu ama ailesinin onu okutacak maddi durumu olmadığı için liseden sonra Reyhanlı belediyesi sosyal hizmetler daire başkanlığında çalışmaya başladı ve açıktan okuluna devam etti. Görevi yardıma muhtaç kişileri kayıtlara geçirip yardım almasını sağlamaktı. İnsanlarla iletişim içerisinde olmayı sevdiği için okulu bitirdikten sonra da burada çalışmaya devam etti. İnsanlar da onu çok seviyordu. Hoşgörüsünün ne kadar derin olduğunu bildikleri için gece gündüz demeden işleri her düştüğünde aramaktan çekinmezlerdi. Dibi tutmuş bu sistem içerisinde nadiren bulunan iyi insanlardan birisiydi Zeynep.

O sabah yine bir telefon sesiyle uyandı, yeni yardım malzemeleri gelmişti ve işin başında bir yetkili olması gerekiyordu. İzin gününde alınabilecek en kötü haberin bu olduğunu düşündü ve apar topar hazırlanmaya başladı.

İşinin çok fazla olmadığını düşünüyordu ve oradan çarşıya gidip alışveriş yapmayı planlıyordu, az sonra başına gelecek felaketten haberi yoktu.

Bir kaç dakika sonra belediye binasına yaklaştı Zeynep, sabah kahvaltısı yapmadığı için bakkala uğradı ve bir simit aldı. Bakkal Hüsnü amcayla biraz lafladıktan sonra ayrıldı dükkandan.

Tam yoldan karşıya geçmişti ki o ses ortalığı cehenneme çeviriverdi bir anda. Hüsnü amca bakakaldı sesten geriye kalanlara, şoka girmişti. Az önce konuştuğu dünyalar güzeli yerde cansız yatıyordu. Bir süre o halde kalan Hüsnü amca kendisini toparladı ve hemen ambulansı çağırdı. Cesaretini toplayarak olay yerine gitti ve gördüklerine inanamadı. Zeynep'in cansız bedeni yerde yatıyordu, patlamanın şiddetiyle kafası kopmuştu. Neler olup bittiğini hala anlamamıştı Hüsnü amca, melek gibi bir kızın canına kastedecek kadar nefretin sebebini anlamak istiyordu ama nafile, çünkü herkes onun gibi olan bitenden habersiz ve çaresizdi.

İsyan ediyorlardı olanlara, kendilerinin olmayan bir savaşın cezasını çekenler, bunu onlara yaşatanlara isyan ediyorlardı. Bu kıyametin sebebi olanlara isyan ediyorlardı. Hepsi memleketlerinde yaşıyordu çünkü. O kadar öfkelilerdi ki gerekirse göğüs göğüse dövüşüp ölmek pahasına olsa bile onları def edeceklerdi topraklarından. Ama polis izin vermedi. Kendi halkını koruyamayan polis, başka bir ülkenin teröristini koruyabiliyordu. 24 yaşında, cennetin bahçelerini göğsünde taşıyan dünya güzeli bir kızın ve diğer yüzlerce kişinin daha kanında parmağı vardı hepsinin.

Masum insanlara kıyacak kadar gözü dönenlere lanet ederek evine döndü Reyhanlı halkı. Çaresizce, bütün şerefsizlerin hesap vereceği günü beklemeye koyuldular.
Kinlerinin ve nefretlerinin her gün biraz daha büyüyeceğinin hepsi de farkındaydı...

(Aslında ben milletvekillerine ayrıcalık getiren yasa ve maaş zamlarıyla ilgili eğlenceli bir şeyler yazacaktım ama Reyhanlı patlaması ve bir taraftarın öldürülmesi olayları geldi üzerine. Yazıklar olsun böyle gündeme de böyle gündem oluşturanlara da...)

13.05.2013
Özgür