26 Temmuz 2013 Cuma

Ebru'nun Hikayesi




Ebru!
Bembeyaz karla kaplı çıplak dağların tepesinde açan kardelen çiçeği!

Tam olarak böyle tarif edilebilirdi Ebru'nun güzelliği. Aşk filmlerinin final sahnesi gibi bir kızdı. Onunla yaşanan her zaman çok kısa gelirdi insana.

1.72 boyunda sarışın, beyaz tenli ve mavi gözlü, 21 yaşında, hayatının baharındaydı. Fiziksel özellikleri bir çok "Yurdum Abazası'nı" peşinden koşturmaya fazlasıyla yetiyordu. Ama onun gözü çocukluk aşkı Burak'tan başkasını hiç görmedi bu yaşına kadar. Ona duyduğu aşkın bu dünyada başka örneği yoktu.

Burak, 23 yaşında, 1,77 boyunda esmer, kahverengi gözlü, fazla kiloları olan klasik bir Türk erkeği.
Ebru ile olan ilişkileri Abaza kültürü tabiriyle, "Off bir kıza bak bir de yanındaki lavuğa bak amuğa goyim." şeklindeydi. Yani Ebru ile yanyana gezerlerken dışarıdan görünen görüntü, sanki Ebru evcil hayvanını gezintiye çıkarmış gibi oluyordu.

Toplumun genelinin kabul gördüğü bazı tabular Ebru'nun ailesi içinde geçerliydi ve bu tabular Ebru'nun 21 yaşına kadar bakire kalmasını sağlamıştı. Ama sevgilisinden gelen yoğun isteklere de dayanamıyordu. Çocukluk aşkı ile birlikteydi ve eğer birisiyle birliktelik yaşayacaksa bu kişi Burak olmalıydı.

Aşkı gözünü kör etmişti kızın ve gerçeği görmesini engelliyordu. Burak ona aşık değildi.

Hiç bir zaman da olmadı. Bir kaç ay önce, Ebru'nun kendisine aşık olduğunu öğrenmişti. Ebru'nun kendine göre çok fazla güzel olduğunu düşünüyordu. Yani ona göre kızı elinde uzun süre tutması mümkün değildi, bu yüzden etinden sütünden faydalanıp bir süre sonra ayrılmayı düşünüyordu. Sevişmek için üstelemesinin nedeni buydu.

Aradığı fırsat ailesi bir kaç günlüğüne şehir dışına çıktığında eline geçmiş oldu. Yoğun ısrarla Ebru'yu o gece kendisinde kalmaya ikna etti.

Burak ellerini vücudunda gezdirmeye başladığında o gecenin çok masum geçmeyeceğini anlamıştı Ebru. Ama bir yandan o da istiyordu masum bir gece olmamasını, kendisini sevdiğinin kollarına bırakmaya karar verdi. "Ne olacaksa olsun artık, en azından sevdiğim erkekle birlikteyim."

İlk önce dudaklarında hissetti sevdiğinin dudağını, daha sonra boynunda ve göğüslerinde, nefesinin sıcaklığı daha da artırıyordu ateşini, bütün vücudunda dolaşıyordu. Bu kadar zevk alacağını hiç düşünmemişti bu zamana kadar. Bütün korkuları yerini inanılmaz bir zevke bırakmıştı bile. O bunları düşünürken sevdiği çoktan en gizli hazinelerini sakladığı kutsalına ulaşmıştı bile. Artık doruğa ulaşması için son bir aşama kalmıştı ve artık o aşamaya geçmişlerdi...

Yatağın üzerindeki bir kaç damla kan dikkatini çekti Ebru'nun. Bu muydu yani bir kadına (Evet o artık bir kadın) namus olarak koyulan kural.
"Elimi kestiğimde bile daha çok kan akıyor."


Mutluydu Ebru ama mutluluğu uzun sürmeyecekti, bunun farkına vardığında ise artık çok geç olmuştu.

Bir süre sonra Burak anlamsız tavırlar almaya başlamıştı. Bir süredir başına bela olan bulantıları ve kusmalarına da anlam veremiyordu ve kilo almaya başlamıştı.

"Ne oldu birden bire böyle?"

Sanki mutlu olmasını istemeyen ilahi güçler bütün lanetini üzerine yağdırıyor gibiydi.

Sonun başlangıcı ise Burak'la ayrıldıkları zamana denk geliyordu tam olarak. Çocukluk aşkı terketmişti Ebru'yu. Kahrından ölmek üzereydi ama çok daha büyük bir sorununun olduğunu doktora gidince öğrenecekti.

"İki aylık hamilesiniz!"

Doktor bir çırpıda söyledi bu sözleri ama her birinin Ebru'nun kalbine saplanan kurşun olacağını eminim tahmin bile edemezdi.

Gayrimeşru bir ilişki yaşadığını bile muhafazakâr ailesine kabul ettirmesi mümkün değilken hamile olduğunu nasıl söyleyecekti ki? Tek bir çaresi vardı Burak'la konuşmak, hemen aradı eski sevgilisini...

"Yalan söylüyorsun!"

Burak, Ebru'nun hamile olduğunu öğrenir öğrenmez ilk bu cümleyi kurmuştu.

"Zaten ayrılırken aklıma gelmişti böyle bir yalan uyduracağın ama yemezler. Sen beni ilk erkeğin olarak hatırlayacaksın her zaman ama sen benim aklımda her zaman bir orospu olarak kalacaksın."

Ne kadar da delikanlıca bir davranış!

"Çocukluğumdan beridir bu şeref yoksunu insana mı aşıktım ben?"


Artık tamamen çaresizdi Ebru.

"Koskoca bir toplumun ahlak düzeyi nasıl olurda bacak arasından yukarı çıkamaz."

Tam da bunları düşünürken, önünden geçtiği bir dükkandan gelen seslere gitti kulağı. Ses televizyondan geliyordu. Kendisini din alimi olarak tanımlayan birisi, "hamile kadınların sokağa çıkması terbiyesizliktir." diyordu.

"Koskoca bir toplumun din adamı bile beynini penisinde ki küçücük kafanın içinde taşırsa, ahlak düzeyinin bacak arasında kalması gayet doğal."

Tam o anda olduğu yerde çivi gibi çakıldı kaldı Ebru. Gözleri yuvalarından fırlayacaktı neredeyse;
"Bir iki aya kalmaz benim karnım belli olmaya başlayacak!"

Böyle bir şeyi ailesine anlatmasının mümkün olmadığını biliyordu;
" Bundan kurtuluşum yok, beni öldürürler!"

Karnında bir zamanlar canından çok sevdiği adamın çocuğunu taşıyordu ve böyle bir durum dünyanın bir çok yerinde mutluluk sebebidir.

"Ama burası dünyanın bir çok yeri değil."

Yürüye yürüye falezlere kadar gelmişti. Güzel manzaraya bakarak belki biraz huzur bulabileceğini düşünmüştü. Ve aradığını buldu...

Denizden kırk metre yüksekte duruyordu ve gözleri ufuk çizgisindeydi;

"İşte aradığım huzur." dedi.

"Hayat yaptığın yanlışlar değildir, hayat yaptığın yanlışlar sonucu sana kalanlardır. Yanlış kişiye aşık olmak telafi edilebilirken yanlış kişiden hamile kalmak telafi edilemiyorsa sana kalan hayatın mutlak değeri sıfıra tekabül ediyor demektir. Sevdiği adamın gözünde bile orospu olmaktan öteye geçmemiş bir kadınım ben."

" Bu toprakların insanları sırf hamile olduğum için bile beni görmeye tahammül edemiyorken gayrimeşru bir çocuğun annesi olarak nasıl nefes alabilirim. Benim çocuğum babasının kim olduğunu sorduğu zaman nasıl açıklarım. Babasız bir çocuk olarak arkadaşları tarafından dışlanmasına nasıl dayanırım. Hiç suçu olmayan bir bebeğe bunu yaşatmaya ne hakkım var."

Kendisini falezlerden aşağı bıraktığında söylediği son sözlerdi bunlar. Kimse duymamıştı...


Ben hariç.


Ellerini bırakmam için yalvarıyordu onu yukarı çekerken. Ama bunu yapmayacağım, bir genç kadının daha namus garabetine kurban gitmesine göz yummayacağım. Onlar televizyonda ağızlarından tükürükler saçarak konuşmaya devam etsinler, kendi tükürüklerinde boğulana kadar.

Küçük Umut babasına benzemeyecek söz veriyorum.
Belki gerçek babasını ömrü boyunca tanımayacak ama eksikliğini de hissetmeyecek. Buna izin vermeyeceğim.

Ebru'ya ne oldu derseniz, mutfakta kendisi, yemek yapıyor. Sadece evimin değil gönlümün de mutfağının sahibi oldu yıllardır.

Peki ya Burak'a ne oldu derseniz, kendi bokunda boğuldu o da.
Ebru'yu terkettikten sonra evlendiği kadının kendisini aldattığını öğrenmiş.

Kadını sevgilisi ile bastığı sırada çıkan kavgada da bıçaklanmış. Komada üç gün yattıktan sonra da öldü.


(Bu arada hikaye tamamen kurgu. Bütün her şeye biraz biraz tepki var içinde...)

26.07.2013
Özgür